Bütün gece başımın altında yastık, sırtımda bir örtü olmadan kaskatı uyumuşum. Gün ağardığında, kıpırdayamacak kadar tutuk bir vaziyette doğrulmaya çalıştım. Koltuk o kadar rahatsızdıaaa ki o denli yorgun olmasam yarım saatliğine bile şekerleme yapamazdım üzerinde. Yine herşey bu kadar noksanken, deliksiz ve malesef ki rüyasız bir uyku çektim. Üzerimde okulun forması duruyordu, saç baş karma karışık. Güneş, öyle şık bir seremoni ile tanıştı ki benimle, bu fevkalade tanışmanın etkisinden kurtulamayarak kendimden geçip baygın düştüm salonda.
Kalktım, üzerimi değişmek için çantamı portmantodan aldım, o ısırgan otu kılıklı mektup hala çantanın yanındaydı, kendisine coşkuyla bir "günaydın" dedim, çantamı aldım ve koridorun sonundaki odaya daldım. Bembeyaz bir oda, sadece mor renginde bir yatak örtüsü haricinde her karesi bembeyaz. Kapının girişinden odaya derinlemesine baktım, sade ve temiz, olsa olsa anneme aittir diye düşündüm. Bu algıya varmamın altı boş değildi. Biri bana, annen ne renk diye sorsa "beyaz derdim bembeyaz".
Tek kişilik yatağın başındaki çekmeceli dolabın üzerindeki fotoğraf çerçeveleri bomboştu, çekmeceleri çektim heyecanla, onlarda boşaltılmıştı. Küçük çalışma masası ve üzerindeki raflarda da hiçbirşey yoktu. Masanın tam karşısındaki gardroba doğru yöneldim ve kapığını açtım, kapağın iç kısmında derince kazılmış küçük bir güneş sembolü çiziliydi. Aynen "hadi bir doğa resmi yap da görelim bakalım" komutuyla çizilen basit manzaranın sağ üst köşesindeki güneşti. Şaşırdım; bu odanın, Güneş gibi içi yaşlanmış, duygularını sündürmüş biri için fazlaca iç açıcı olduğunu düşünerek geri geri kapıya doğru ilerledim. Kırgındım kendisine, odasında bir dakika dahi durmak bile istemiyordum.
Kapının dışında kaldığımda, sağ ve sol olmak üzere iki kapı arasında küçük bir tahmin oyunu oynayarak solumdaki kapı kolunu tuttum. Eğer bu kapı annemin odasına açılacaksa, dileğim gerçekleşecekti. Dileğimiparmaklarımı birleştirerek tuttum, en sevdiğim dilekler listesinde daima üst sırayı alan dileğim. Defalarca söylesemde yine tekrar ettim, kısık ama içten bir sesle:
"Eğer doğru olanı seçtiysem, en kısa zamanda annemin boynuna sımsıkı sarılıp yanağına hasretle bir öpücük kondurayım."
Kapıyı açtım ve açar açmaz karşımdaki şifonyer üzerindeki annemin gençlik fotoğrafı, oldukça dekoratif bir çerçevenin içinde duruyordu, masumca ve tertemiz. Fotoğraftaki yüz yirmili yaşlarındaydı, kumral saçları dalga dalga boynuna dökülmüştü. Siyah beyaz bir resim olmasına karşın ela gözlerinin içindeki ateşi oldukça net görebiliyordum. Çenesini gururla kaldırmıştı. Şu anda yüzüne, gözlerimi kırpmadan baktığım kadın, kendinden çok emindi, fotoğrafı sorularımı cevaplayabilse "elbette kendimdem eminim" diyecek kadar meydan okuyordu bakışlarınla.
Elimde fotoğrafla aynadaki yüzüme dikkatle baktım. Gözlerim dolu dolu, yüzümde çekimser bir gülümseme ile annemle karşılaşacağım o anın kısa bir provasını yaşadığımı düşündüm. Anneme benzemiyordum, daha önce bendeki fotoğraflarıyla da hep mukayese ettim kendimi. Ne kadar ve neresinden bakarsan bakayım, tek bir benzer noktayı bulamadım. Karakterlerimiz zaten taban tabana zıttı, onun ruhu coşkulu bir Beyoğlu, benimkisi ise sessiz Karacaahmet.
Yatağında oturdum, gençliğini bıraktığı yatakta zevkle ellerimi dolaştırdım. Kitapları ve bibloları özenle yerleştirilmişti raflara. Saç fırçası, gümüş kaplama el aynası ve esans şişeleri. Belli ki dış görünüşüne oldukça özenleydi. Tam o esnada, kıpkırmızı kesilmiş yüzüme, sağa sola kaçışmış saçlarına baktım, kendimden utandım. Ani bir manevrayla, annemin saç fırçasını kullanarak taradım saçlarımı. Üzerime adeta yapışan formadan delice kurtulma düşüncesiyle çantamı nereye bıraktığıma baktım. Birden gardolabın içinde anneme ait herhangi bir şey kalmış olabilir düşüncesiyle kapağını açtım. Nihayet! Eşyalarının bir kısmı hala burdaydı, ellerimle taradım askıdaki gömlekleri, elbiseleri.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nefes
ParanormalKaçarken nasıl göründüğünü bilebilir, kafanda çizebilir misin? Nefes nefese kaçıyorum başımı soktuğum dört duvardan, geçmişinden ve belli ki özümden... Toprağa düşemez miydim bir tohum gibi bir başıma. Köklere ihtiyacımı soran, sorgulayan yoktu ama...