Şimdi elimde bir anahtar ve yalnızlığımla, verdiğim kararın doğruluğunu sorgulayacak kadar serbesttim. Güzel bir hayatın başlamasına dair temenni edecek kimsenin yakınımda olmaması ne kadar ürkütücü bir duyguydu. Kendimi tanımaya başladım başlayalı ilgisiz ve dış dünyaya uzaktım. İstanbul'da yatılı okuduğum süre içerisinde elimi kolumu sallayarak şehri yaşayamamak ahmaklık mıydı acaba, yoksa ürkeklik miydi? Sorular korkuya dönüşmeye başlıyor, heyecanım almış başını gidiyordu.
Babamın beni esir ettiği bu şehir ne kadar büyüktü? Ne kadar renkli ve ne ahenkli? Uyum önemliydi benim için çünkü yıllardır aynı uyumun pençesinde huzurla yaşıyordum. Okuldakiler ve öğretmenler, istemeden de olsa yaşamımın parçasıydı. Hiçbiriyle bir bağ kuramasam da aslında hepsine sonsuz güven duyduğumu sokakta kaldığım ilk dakikalarda hissettim. Belki veda edebilirdim herbirine teker teker fakat bunun neticesi, geçmişin perdesini aralamama kesinlikle engeldi.
Herşey için çok geçti artık. Kendimi Kadiköy meydanında bulduğumda korkularımın içine sessiz ve derinden yuvarlanıverdim. Kalabalığın içinde sümsük gibi göründüğümden emindim, hareketlerimin bu topluluğa uzun süre uyum sağlayamacağı da oldukça belirgindi. Buna rağmen elimde eski bir evin adresi, koca bir meydan ve birbirine çarpmadan yürümeyi başaran insanlar eşliğinde vapur iskelesine vardım.
Deniz yoluyla karşıya geçmenin en akıllıca seçim olduğunu düşündüm, kimbilir belki denizin kokusu ve hareketliliği, bu kısa yolculuk zarfında zihnimi açar ve beni rahatlatırdı. Rahatlamak ya da rahatlatılmak... Birinin arkadaşlığına o kadar ihtiyacım vardı ki bu zaman zaman hissetsem de ilk kez sokakta kalmanın korkusuyla daha fazla hissetmeye başlamıştım. Vapurun kalkmasına 10 dakika vardı, kendi kendime söylemeye başladım, ilginç olan şey tüm korkuma ve bu kalabalığa rağmen vapura binememekten korkuyordum.
İnsanlara yaklaşmamaya özen gösterdim ve vapurun yolcularını çağıran kaba sesini, en sevdiğim şarkının nakaratı gibi zevkle dinledim. Yolcular ilerlemeye başladı ve vapura adımımı atmak üzereyken arkamdan birinin itelemesiyle az kalsın yere kapaklanıyordum, dengemi toparlayıp arkama döndüğümde, hiddetten içim titredi ve bu kabalığı yapanın yüzüne ters ters baktım. Karşımda uzun boylu, kumral, tahminen benden 4 yada 5 yaş büyük biri duruyordu. Yanaklarına doğru düşmüş saçları, çekik gözleri ve çıkık çenesiyle alaycı bir ifadesi vardı. Tahminim üzerine sırıttı:
"Pardon diyeceğim ama sanırım bu herhangi birşeyi değiştirmeyecek, alt tarafı ayağım takıldı, bu nasıl bakıştır arkadaş?"
Eyvah! Hakikaktten nasıl baktım acaba? Neden biraz daha özenli değildi ki sanki? Dakka bir gol bir, daha ilk dakikadan, kimseye kendimi belli etmemeye çalışırken yaklaşık 20 kişi, aynı anda bana bakmaya başladı.
Anında, hızla arkamı döndüm, eskimiş tahta merdivenlerden vapurun üst katına çıktım. Denize bakarken kimseyi görmezdim nasılsa, heyecanımı da saklardım bu duruşumla. Vapurun arka kısmında dışarıda oturan herkese arkam dönük kalkışı beklemeye başladım. Vapurun köpük köpük kabarttığı denize bakarken düşüncelere dalmaya başladım, evime varmam an meselesiydi ve babam bile nerde olduğumu bilmeyecekti. Belki ona ağır bir cezaydı bu fakat bana ödettiklerinin yanında yine de üzülemiyordum. Eskiden yaz tatillerinde Datça'ya, yanına aldırıyordu beni, yelkenli ile uğraşan turistlerle zaman geçirmek hoşuma gidiyordu, Her ne kadar aynı şehirde, benden uzak kalmayı başarsa da beni önemsendiğimi hissediyordum. Çocukça duygularımı tek besleyen kişi babamdı, çocuğuymuşum gibi davranmasa da "O" benim babamdı. Bunu anlayamıyordu. Yanında olmak bile yetiyordu bana, farkedemiyordu. Şimdi bu vapurda bu denize beraber bakabilsedik diye geçirdim içimden.
Tam bunların gelgit'i içerisindeyken biri, sol omzuma üç kez tıkladı, aynen kapı çalar gibi. "Tık, Tık, Tık"... Sırtım, adeta soğuk bir ter kümesinin istilası altındaydı, gözümün ucuyla soluma doğru baktım, az önce kabaca hareketleriyle düşmeme sebep olan çocuk arkamda duruyordu, dalga geçmeye her zaman hazır ifadesiyle birlikte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nefes
ParanormalKaçarken nasıl göründüğünü bilebilir, kafanda çizebilir misin? Nefes nefese kaçıyorum başımı soktuğum dört duvardan, geçmişinden ve belli ki özümden... Toprağa düşemez miydim bir tohum gibi bir başıma. Köklere ihtiyacımı soran, sorgulayan yoktu ama...