Bir Not!

116 3 0
                                    

En son görüşmemizden bu yana koskoca bir hafta geçti, tartıda tartılmaz akılda durmaz sorularla geçen koskoca bir hafta. Kızgınlığımı, yanımdan ayrıldığı ilk dakika bir kenara bırakmıştım zaten, anlamlandıramadığım tek bir şey vardı, cevabını vermediğim sorunun varlığından ötürü kırıcı olmak pahasına öfkelenmişti, peki ama neden?

Atıfoğlu'ndan haz etmemesini kabul ediyordum zira Edin'e karşı bana olduğu kadar nazik ve misafirperver değildi, yokmuş gibi davranması büyük kabalıktı fakat bu tutumu karşısında çaresizdim, daha ilk kez karşılaştığım birinden erkek arkadaşım için nezaket talebinde bulunmam mümkün değildi.

Diğer bir husus, bana karşı yakın ilgi ve alaka göstermiş olmasıydı, Edin'i rahatsız eden buysa aşması gereken büyük bir sorunu vardı; öfkesi düşünmesine ciddi ciddi engeldi çünkü yazarın ilgilendiği şahsımdan ziyade Yasemin'in torunu olmamdan öte bir şey değildi. Görüşmenin sonunda Edin'de duyabileceği şekilde bunu ifade etmişti zaten.

Neden bu kadar öfkelendiğini soramadan, canımı acıtabileceği en hassas noktaya, elindeki son oku tam on ikiden vurarak arkasına bakmadan çekip gitti.

Tavırları çok netti hatta onu bu denli sevmesem yapabileceği son kabalık diye adlandırabileceğim cinstendi.

Yazarın ofisinden çıktıktan sonra eve kadar tek kelime etmeden bana eşlik etti ve tam sokağın başında, canımı acıtmak için tüm kozlarını kullandı:

"Eve gelmeyecek misin, yemek yeriz beraber, olmaz mı?" diye sorduğumda gözlerime "bu ne saçma soru" der gibi baktı ve farkında olmadan toleransı en imkansız yerinden canımı yakmayı başardı:

"Maalesef bu akşam tüm aile ve akrabalar toplanıyoruz, belirli aralıkla toplanırız tam kadro. Gitmemem mümkün değil, daha sonra gelirim" dedi buz gibi.

Gitti, arkasına bile bakmadan, beni kırdığını bile bile gitti.

Aslında tek bir solukluk mesafede düşünebilseydi bana yok yere kızdığının farkına varabilirdi. Atıfoğlu'nun bana olan ilgisi yalnızca Yasemin'e duyduğu saygının eseriydi, sevecenliğinin asıl nedeninin benimle hiçbir ilgisi yoktu. Düşünmeye gerek duymadan, kendisi olmadan ne kadar yalnız, kendisinin de ben olmasam da ne kadar kalabalık olduğunu yüzüme pasta yapıştırır gibi belirtip arkasını döndü ve gitti.

O'nun varlığı ve desteği olmadan geçirdiğim koca bir hafta.

Böyle kırılmalarına, kırılıp kaybolmalarına alışmaktan başka yol yoktu anlaşılan. O yokken yüzü bende kalsın diye resmine başladım zira bana ne kadar öfkeli olsa da ben, O'na karşı harika hisler barındırıyordum içimde. İşe duvarı zımparalayarak başladım, salonun hole kapandığı duvarı yaklaşık 3 saatte matlaştırabildim. Gerekli olan kalemleri ve gereçleri duvarın dibine iliştirdiği sehpanın üzerine yerleştirdim, ve yüksekçe bir tabureyi bulmak için arayışa geçtim. Annemin odasından ayaklı lambayı alıp az da olsa ışıklandırmayı arttırdım. Şartlar gerektiği kadar kusursuz olmasa da sade kahvemi de içtikten sonra Edin'i, bir daha beni bırakıp gidemeyeceği şekilde bu evin içine hapsetmeye başladım.

Kaşları, gözleri, o çıkık çenesi...

Ağzını sıkı sıkı kapatıp gülümsemesi.

Unutur muyum diye korktuğum ifadesiyle parmaklarımın ucundaydı şimdi. Bugüne kadar böylesine hızlı bir koordinasyona şahit olmamıştım , beynimin komutuna tenezzül etmeden ellerim işliyordu sanki. Utanmadan, sıkılıp renkten renge girmeden resmettiğim yüze doyasıya bakabilecektim. Şair'in dediği gibi: "Aysel git başımdan, Seni Seviyorum!"

Yokluğunu kendimce perdelemeye çalışıyordum, kah resimle kah şiirle...

Resmin kabasını tamamladıktan sonra renklendirmeye karar verdim, her ne kadar yetersiz ışığın olduğu bir yeri seçmekle aptallık etsem de kendime harika bir yol arkadaşı resmediyordum, ne gerekiyorsa tamamlamaya kararlıydım.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 24, 2021 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

NefesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin