Saatler sonra fayton kasabanın merkezinde durduğunda yavaşça inmemle bütün kasaba halkı anında etrafıma toplanmış, alkışlamaya başlamıştı. İstemsizce sırıtmaya başladığımda karşıdan yanındaki korumalarla gelen babamla göz göze gelmiş, anında sırıtmayı bırakıp ciddi bir yüz ifadesi almıştım.
Kasabalıların bağırışları, üst üste sorduğu soruları büyük bir uğultu oluşturmuş, kimin ne dediği anlaşılmaz olmuştu. Hiç bir soruya cevap vermeden dümdüz ilerleyecektim ki kulağıma ilişen bir soruyla kalakaldım.
"Kim Seungmin nerede?"
Yüksek sesle sorulan bu soruyla bi anda herkes susmuş, uğultu kesilmişti. Çoktan çatılan kaşlarımla başımı soruyu soran kişiye çevirdim ve sert bir ses tonuyla konuştum.
"Neredeyse nerede, seni ne ilgilendirir?"
Verdiğim cevapla soruyu soran kişi başını eğmişti. Bir süre daha ona sertçe baktıktan sonra önüme dönmemle babamın bana sinirli bir şekilde baktığını fark etmem bir olmuştu.
Babam tek elini omzuma atıp hızlı hızlı beni kasaba halkından uzaklaştırmış, korumalar da peşimizden gelmişti. İnsanlardan biraz olsun uzaklaştığımızda ise fena fırça yiyeceğimi biliyordum.
"Sen kasaba halkıyla ne biçim konuşuyorsun utanmaz herif! Bir de kral olacak birkaç seneye. Eşini kasabalı birinden mi kıskanıyorsun lan sen?"
Son söylediği şeyle istemsizce adını koyamadığım garip bir his bedenimi sarmıştı.
"Hayır, onu niye kıskanayım ben? Benim sorunum kıskanmam değil."
Babamın kaşları söylediklerimle havalanmış, aniden sesini yükselterek konuşması ürkmemi sağlamıştı.
"Onu kıskanmadıysan derdin ne lan senin, oyun mu sanıyorsun bunu? Yürü git adamcağızdan özür dile. Çabuk!"
Her şeyi yapardım ama kimseden özür dilemezdim. Sinirle başımı iki yana salladım ve birkaç adım geri çekildim.
"Üzgünüm baba, özür falan dilemiyorum."
Babam kendine karşı çıkılmasından nefret ederdi. Gözleri kocaman açılmış, sinirlendiğini belli eden feromonları burnumun direğini kırmak için uğraşıyorlardı sanki.
"Böyle olmayacak, seni döve döve adam edeceğim ben."
Aniden yaklaşıp yüzüme tokatı yapıştırmadan önce söylediği son şey ise bu olmuştu.
Yanağımdaki sert baskıyla bir an dünya durmuş gibiydi. Kulağımdaki bütün sesler kesilmiş, etraf bulanıklaşmış ve elim otomatikmen acıdan yanıyormuş hissi veren yanağıma yerleşmişti. Ne olduysa saniyeler içinde olmuştu.
Her ne kadar babamdan yediğim dayak gururumu kırıp ağlama isteği verse de bir alfa olarak güçlü durmam gerektiği kanısına varmıştım. Başımı kaldırdım ve bana sinir ve pişmanlık duygularıyla bakan babamla göz göze geldim. Bana vurduğu için pişman olduğu çok belliydi.
Yavaşça bir adım ileri çıktım ve babama sarıldım. Uzun süre sonra ilk kez ona kendi isteğimle sarılıyordum. Babamın yüzünü göremesem de şu an şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırdığına yemin edebilirdim. Gülümsedim, bir kaç saniyenin ardından yavaşça geri çekilip gözlerine baktım. Sinirinden eser kalmamıştı.
"Gidip özür dileyeceğim. Daha yapacak çok işimiz var sonuçta."
Babamın bir şey demesini beklemeden yanından ayrılmış, tekrar halkın yanına gitmiştim. Hepsi suskundu, belli ki korkmuşlardı.
Terslediğim adam ise oralarda gözükmüyordu. Biraz gözlerimle arasam da görememiştim. Bununla kötü hissetsem de belli etmemeye çalışarak kalabalığa seslenmeye karar verdim.
"Yaptığım davranıştan ötürü beni affedin halkım. Önce o adamdan, sonra da sizden özür diliyorum. Anlık sinirle tersledim onu."
Söylediklerimle sessiz sedasız kasaba halkının mutsuz ruh halinden eser kalmamış, tekrar büyük bir uğultu oluşmuştu. Tabi bu uğultu beni övdükleri içindi.
Gururla göğüs kabarttım. Demek ki o kadar da zor değildi. Omzumda hissettiğim el ile başımı çevirdim ve bana gülümseyerek bakan babama karşılık olarak ben de gülümsedim.
"Hadi bakalım. İlk olarak şu dükkanları bir dolaşalım."
~•~
Son dükkandan da çıktığımızda yorgunlukla binanın duvarına yaslandım. Babam dükkanın sahibiyle konuşuyordu. Gün boyunca toplam 5 dükkan, 6 da ev gezmiştik. Haliyle çok yorulmuştum.
Babam konuşmayı bitirmiş olmalıydı ki esnaf dükkana girdi, kendisi de yanıma geldi.
"Hadi oğlum, bugünlük bu kadar yeter. Saraya gitmeden önce bizimkilere bir şeyler görürsek iyi olur. Gel şöyle bir dolaşalım dükkanlar kapanmadan."
Babamı başımla onayladım ve birlikte yürümeye başladık. Sokaklar pek kalabalık değildi ancak açık dükkanların ışığıyla epey aydınlık gözüküyordu.
Kasabada hırsızlık veya katliam gibi olaylar olmazdı. Çünkü kimse cesaret edemezdi. Yine de satıcıların çoğu bir zarar gelmesin diye dışarıdaki tezgahları toparlıyordu.
Babamla bir dükkana girdik. Burada şık takılar satılıyordu. Babam raflarda bir süre gözünü gezdirdi ve en sonunda bulduğu mavi taşlı küpeyi gösterdi.
"Annene yakışır mı ne dersin?"
Babamın sorusuyla küpeleri annemin kulağında hayal ettim. Ne giyse yakışıyordu zaten. Hızlıca başımı aşağı yukarı sallayarak babamı onayladım.
"Çok yakışır, sever de böyle şeyleri. Alalım bunu."
Babam satıcıyla konuşup küpeleri almış, tekrar sokağa çıkmıştık.
"Oğlum sen de eşine bir şeyler beğensene, dükkanlar kapanmadan alalım geç olmadan eve dönelim. Daha akşam yemeği bile yemedik."
Babamın söyledikleriyle kafama dank etmişti. Neden hâlâ eve gitmediğimizi şimdi anlamıştım.
"Ha şey, yok baba ya. Gerek yok ona, gidelim hadi eve."
Ben umursamazca ilerlemeye devam ederken babamın kaşları çatılmış, omzumdan tutup beni durdurmuştu.
"Saçmalama oğlum, o senin eşin.
Yerimde duraksadığım için arkamda kalan babama döndüm.
"Onun ihtiyacı yok böyle şeylere. Biz gidelim."
Babamı gitmek için ikna etmeye çalışırken karşıdaki ilaç satan yere gözlerim takıldı. Feromon ilacını buradan alabilirdim. İçimde, o kokuyu engellemek istemeyen bir his vardı. Fakat bunu gururuma yediremedim.
Babam bir şey demek için ağzını aralamıştı ki dükkana ilerlemeden önce hızlıca sözünü kestim.
"Bekle beni burada şuraya gidip geliyorum."
Babam gösterdiğim yere baktı ve kaşlarını kaldırdı. Sorular sorup beni bırakmayacağını bildiğim için konuşmasına izin vermeden hızlıca dükkana girdim ve satıcıdan feromon ilacı istedim. Fazla pahalıydı fakat umrumda değildi, ücretini ödedikten sonra ilaç kutusunu cebime atıp hızlıca çıktım ve babamın yanına ilerledim.
"Ben ona alınabilecek en iyi hediyeyi aldım baba. Artık gidebiliriz."
~•~