Sabah erkenden uyanan Minho yanında uyuyan eşine bakıp gülümsedikten sonra yanağına küçük bir öpücük kondurup yavaşça yataktan kalktı. Elini yüzünü yıkadığı gibi giyinmiş, odadan çıkmıştı. Bugün saraydan uzakta birkaç işi vardı, bu yüzden erkenden çıkması gerekmişti.
Evden çıktığı gibi ilk iş kendi atına bindi. Normalde atla tek başına gitmeyi sevmezdi. Ama kasabaya her gidişinde faytona binmek istemiyordu.
Kasabaya kadar sürdü atını. Arada yolda susadığında ise ara verip ihtiyaçlarına gideriyor, tekrar yola devam ediyordu. Saatlerin sonunda kasabaya vardığında atından indi ve her zaman emanet ettiği tüccara tekrardan emanet ederek kasabanın içerisine doğru ilerledi.
~•~
"Gerçekten Minho nerede bilmiyor musunuz?"
Seungmin hafif dolmuş gözlerle Jennie'ye sorduğunda Jennie başını iki yana sallamıştı.
"Genelde kasabaya falan gittiğinde kimseye haber vermeden çıkar. Yine kasabaya gitmiştir. Merak etme, akşama döner."
Seungmin hafif başını eğerek düşündü. Dünkü olay yüzünden kendisinden uzaklaşmak istemiş olabilir miydi Minho?
Aniden yerinden kalktığında Jisoo ve Jennie ona sorgular bakışlar atmışlardı.
"Nereye gidiyorsun?"
Jisoo'nun yönelttiği soruya karşılık Seungmin elini umursama anlamında salladı.
"Biraz hava alacağım, uzun sürmeden gelirim."
Seungmin büyük ve ihtişamlı salonun dışına doğru ilerlerken kızlar her ne kadar ona 'biz de gelelim mi?' diye sorsalar da Seungmin onları baş başa bırakmış, Minho her ne kadar çıkamazsın dese de saraydan dışarı adımını atmıştı. Sonuçta Minho istediği zaman dışarı çıkıp gezebiliyordu.
Seungmin büyük ormanın içinde fazlasıyla uzaklaştığını fark ettiğinde derin bir nefes aldı ve etrafına bakındı. Etraf fazlasıyla sessiz ve ıssızdı. Üstelik koskocaman saray artık gözükmüyordu bile. Seungmin ilerlemeye devam etti.
"Neden her zaman istediği gibi davranıyor? Benim de bir canım var sonuçta. Ben de istediğim zaman dışarı çıkmak, gezmek istiyorum."
Seungmin dudaklarını hafif büzerek ayağının ucundaki taşa vurdu. Taş ileri doğru sektiğinde yavaş adımlarla tekrar taşa doğru ilerledi. Tam tekrar taşa vuracaktı ki arkasında duyduğu sesle olduğu yerde donakaldı.
"Lee Minho her zaman istediği gibi davranır, bilmez misin sen?"
Seungmin şaşırarak arkasını döndüğünde hiç tanımadığı bu adamı gözü bir yerlerden ısırıyor gibi hissetmişti.
"Siz kimsiniz ve burada ne işiniz var?"
Seungmin'in sorusuna karşılık adam gülerek Seungmin'e yaklaşmıştı. Kolunu kendisine göre küçük ve zayıf bedenin omzuna atarken kendisine yöneltilen soruyu es geçip fısıldadı.
"Lee Minho'yu kendine aşık sanıyorsun değil mi? Ama o kimseye aşık olmaz. Seni de eninde sonunda sıkılıp bir kenara atacak. Tıpkı diğer sürtüklerine yaptığı gibi."
Seungmin'in gözleri şokla açılırken dibine giren adamı itti ve birkaç adım uzaklaştı.
"Ne saçmalıyorsun sen!"
Kaşları çatılı bir şekilde bağırdığında adam itilmenin öfkesiyle Seungmin'in kolunu sıkıca tuttu ve iyice yaklaştı. Seungmin ise kolunu kurtarmaya çalışıyordu.
"Bana bak küçük sürtük, Lee Minho'nun kullandığı bir oyuncaktan başka bir şey değilsin. Kendini bir şey sanma. Bakalım uğruna ağlayıp zırladığın Lee Minho senin yokluğunda ne yapacak."
Adam sırıtarak Seungmin'e iyice yaklaştığında Seungmin'in gözleri büyümüştü. Hızlıca bileğini kurtarıp kaçmak için arkasını döndüğünde etrafını sarmış üç adamı görmesiyle gözyaşlarını akıtmaya başlamıştı. Hepsi de kendisine yaklaşırken dört bir yandan bedenini tutmuşlar; birisi ellerini, diğerleri ağzını ve gözlerini bağlayıp dakikalar içinde sırtlamışlardı savunmasız bedeni.
~•~
"Pekala, bu çiçek buketini ne kadara verirsin?"
Minho beğendiği çiçek destesini buket yaptırırken bir yandan da cebinden içi para dolu kesesini çıkarmıştı.
"Sizin için 13 won olur efendim."
Minho gülümseyerek keseden gerekli parayı çıkardı ve satıcıya uzattı. Satıcı özenle hazırladığı gül buketini Minho'ya uzattıktan sonra gülümsedi.
"Tekrar görüşmek dileğiyle, Prens Lee Minho."
Minho başıyla kısaca tüccara selam verdikten sonra çıktı dükkandan. Bütün işlerini halletmiş, sevgilisinin gönlünü almak için çiçek buketini de hazırlamayı unutmamıştı. Sonunda hızlı adımlarla yürüyerek atını teslim ettiği tüccardan alarak saraya doğru sürmeye başladı. Seungmin'i o kadar özlemişti ki erkenden eve dönüp o güzel dudaklarını doya doya öpmek istiyordu.
Büyük orman yolunda atla giderken kendi kendine sırıttı. Daha sonra yol yoldaşı atına bakarak konuştu.
"Eminim bu çiçekleri çok sevecek ve beni affedecek. Sen ne düşünüyorsun?"
Attan bir cevap alamadığında kendi haline gülerek ilerlemeye devam etti. Yaklaşık bir saatlik yoldan sonra büyük sarayın ışıkları göründüğünde yavaşça attan indi ve tasmasını tutarak saraydan içeri girdi. Çalışanlardan biri atı ahıra götürmek için aldığında elinde çiçek buketi ve birkaç şey ile sarayın içine girdiğinde herkesin stresli ve gürültülü hali dikkatini çekmişti. Ortalıkta endişeyle koşuşturan ablasına doğru ilerledi ve konuştu.
"Sorun ne, Seungmin nerede?"
Jennie sonunda eve gelen Minho'yu fark ettiğinde dehşet dolu bir ifadeyle kardeşinin omuzlarından tuttu ve ağlamaklı bir ses tonuyla konuştu.
"Minho Seungmin kayboldu!"
Minho bu cümleyi duyduğunda elindeki çiçek buketi kayıp yere düşerken olduğu yerde kalakalmıştı.
~•~