🔸7.BÖLÜM: GERÇEĞİN ARDINDA

193 30 5
                                    

Odanın ortasında duran savunma bakanının yüzüne baktığımda burada ne aradığını merak ettim. Bu, beklenmedik bir şeydi işte. Onu her zaman ekranlarda görmüştüm, konferanslarda ve toplantılarda... Kesinlikle ve kesinlikle yanımda değil.

Tamam. Her şeyden önce, olanlardan sonra onun gibi bir adamla karşılaşmanın endişelerimi ortadan kaldırmadığını söylesem yalan söylemiş olurum. Sonunda yetkili, aklı başında biri. Tutunacak bir dal. Daha ne isterdim? Neredeyse gülümseyecektim ama sonra adamın gerçekten öfkeli, yorucu ve yıkıcı göründüğünü fark ettim. Oturduğum koltuğa geri sindim ve tüm kalbimle ufalıp küçücük kalmak istediğimi hissettim. Bir süre ağzımı açmasam iyi olacaktı. Zaten adamın beni fark ettiği de yoktu. Gösterişli, siyah takımıyla içeri yürürken doğrudan baristayla konuşuyordu ve ifadesinden anladığım kadarıyla pek de hoşnut bir ruh halinde değildi. İleri geri volta atıyor, bir yandan da bir şeyler mırıldanıp çenesini kaşıyordu. Ya varlığımın farkında değildi ya da beni bile isteye yok sayıyordu. Bir an göz göze geldik ama adamın duygusuz bakışları hızlı bir şekilde baristaya geri odaklandı. O yüzden tercihimi ikinci seçenekten yana kullandım; Herif beni bilerek görmezden geliyordu.

Nicholas Wainwright, hoşnutsuz ama bir o kadar da kontrollü görünen bir ifadeyle kollarını göğsünde kavuşturdu. Sonra sabrı taşmış olmalı ki kare hatlara sahip çenesini kaldırdı. "Aramalarıma neden yanıt vermedin?" diye sorunca istemsiz bir şekilde konuşmalara kulak kabartmaya başladım. Barista bir şey demeden önce savunma bakanını kısa bir bakışla inceledi. Gözleri biraz... Nasıl derler... İlgiden yoksundu. Wainwright onu sorgularken içimde bir tedirginlik hissetmemek mümkün değildi.

"Hayatta kalmaya çalışmakla meşguldüm."

Bakan buna yüksek sesle güldü. Sabırsız ve bıkkın bir tavırla ellerinden birini havada sallayarak "Ve trafiği birbirine katmakla." diye ekledi. Alnındaki o ince, mavi damar ya gerginlikten ya da sinirden belirginleşmişti. Derin bir nefes aldığında ince dudakları daha da gerildi. "Bu işte yalnız olacağını biliyordun. Seni özellikle fazladan sorun çıkarmaman için uyardım ama elimizde ne var? İki ölü. Beş hız cezası. Dört trafik kazası. Sekiz yaralı. Bir de adamlardan birini alnının ortasından vurup öldürmüşsün ve masum bir sivili silahla tehdit edip polise ihbar edilmişsin. Üstelik bunlar sadece bana ulaştırılan raporda yazanlar. Senin yüzünden delilleri ortadan kaldırmak için bir servet ödemek zorunda kaldım. Kendinle gurur duyuyor musun bari?"

"Seni öldürmeye kararlı silahlı adamları atlatmak sandığın kadar kolay bir şey değil."

"Ne kadar zor olduğu umurumda değil. Dikkatsiz ve sorumsuzsun. San Fransisco'daki kumarhanede yaptığın karmaşayı unutmadım daha. Senden yapmanı istediğim tek şey birazcık iş ahlakı edinmen. Amacın kızı kaçırmak ya da şehri birbirine katmak değildi. Amacın, o adamların kimin için çalıştıklarını öğrenmekti. Böylece bu vakanın hangi ülke mafyasıyla uzantısı olduklarını öğrenebilecektik ama hepsini öldürdüğün için bu artık mümkün değil!"

Bir dakika, bir dakika. Az önce duyduğum şeyleri yanlış duymamıştım, değil mi? Mafya mı demişti o? Mafya dediğinden neredeyse yüz de yüz emindim ama resmen duyduklarıma inanamıyordum.

Barista, ülkenin savunma bakanının onunla konuşuyor... Hayır, onu azarlıyor olmasını umursamadan oturduğum koltuğun diğer ucuna oturdu. Rahat bir tavırla arkasına yaslanarak bakana baktı. Bunu düşünüyor gibiydi. Burnunu kıpırdattı. Duygusuz bir küstahlıkla "İşe yarar mı bilmiyorum ama bence İtalyana benziyorlardı." diye cevap verdiğinde gözlerimdeki şaşkınlık hissi daha da büyüdü. Karnımın derinliklerine bir dehşet hissi yayıldı. Kalbim patlayacakmış gibi atıyordu. Yanlış duymamıştım. Gerçekten de mafya demişlerdi. O adamlar mafya mıydılar? Ama bu meselenin benimle ne ilgisi vardı? Bugün olanları saymazsak eğer hayatımda yaptığım en tehlikeli şey kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçmekti.

Tehlike'nin Peşinde: Ajanlar Serisi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin