|0.1|

464 21 33
                                    

  Evimizin önündeki kaldırıma oturdum. Kafamı, gözlerimdeki yaşların akmaması için geriye doğru atmıştım. Ellerimi dizlerimin önünde kenetleyip tırnak kenarlarımdaki etleri yolmaya çalışıyordum. Bu,  bir nevi kendimi güçlü olmak için zorlama yöntemimdi. Bedensel acı çekersem duygusal acım hafifler gibi geliyordu. O yaş akamazdı, oldu da akarsa sesim çıkamazdı! Çünkü güçsüz olduğumu kendim de dahil olmak üzere kimseye gösteremezdim.

   Ne kadar böyle düşünsem de sadece kendimi kandırıyordum sanırım. Sokağın ortasında pek de durumu iyi olmayan bir kız oturuyor , ne kadar ağlamamaya çalışsa da kırgınlığı yüz kilometreden bile belli oluyordur. Kim anlamazdı ki? Yoldan geçen komşular mı?! Bana acır gözlerle bakıyorlardı. Güçlü değildim. Ama bunu kendime söyleyerek kendimi daha da acınası ve güçsüz hale düşüremezdim. Ayakta kalmam için bu dik duruşa ihtiyacım vardı. Annemin ayakta kalması için benim dik durmama ihtiyacı vardı! Ben düşersem o da düşerdi. Kardeşim , benim yaşamayacak dediğim hayata mahkum kalırdı. O zaman yaşayan bir ölüden farkım kalmazdı!

  Annemin  ve küçük kız kardeşimin kılına gelse dünyayı yakarım, o benim minik kelebeğim. Ona benimkinden daha güzel bir hayat yaşatacağıma ve benim yaşadıklarımı yaşamaması için her şeyi yapacağıma dair kendime söz vermiştim seneler evvel.

  Küçüklüğümden bu yana böyle büyümüştüm ben. Böyle olmamı kimse söylememişti oysa, ben küçük bir çocukken kendimi böyle büyütmeye başlamıştım.

   Çenem zangır zangır titriyordu. Titrememesi için kendimle cebelleşiyordum. "Titreme Allah'ın cezası titreme. Ne yani sen çok zayıf bir insansın da o yüzden mi gelmiş burada gözlerin doluyor anlamıyorum ki! Şimdi göz yaşlarını sileceksin ve sert bir bakış yapıp ağlamayacaksın. Sen güçlü bir kızsın!" 

   Bazen kendimle konuşmak daha iyi ayakta durmamı sağlıyordu. Kendimle konuşmamı yaptıktan sonra başımı dik bir şekilde kaldırdım, omuzlarımı dikleştirdim ve gözlerimdeki yaşları silip duygusuz bir hâle büründüm. Şu an içeri girmeye hazırdım, şu an babamın karşısında dikilmeye hazırdım, duygularımı saklayıp anneme teselli vermeye hazırdım ve babam olacak o adama yaptıklarının hesabını sormaya hazırdım. Ben Elif Mira Demir'dim. Çocukluğu babasının arkasını toplayıp üzerine olur olmadık her şeye dayak yiyip annesini üzmemek için acısını gizleyen çocuktum.

   İçeri girdiğimde annemi mutfakta buldum. Sandalyede oturmuş ellerine bakıyordu, gözlerinde kurumuş göz yaşları vardı. Hıçkırıkları kulaklarımın en derinlerinde yankılanıyordu. Bade Naz minik kollarını annemin bedenine sarmış onu teselli etmeye çalışıyordu. Bunu bize yapan babamı aradı gözlerim. Oturma odasına doğru yöneldim ve bingo... Gözlerimdeki alevlerle hâline baktım. Bana umursamazca bakıp "Bira getir Elif" demişti. Kendimi tutamayıp bağırmaya başladım. "Ne birasından bahsediyorsun! Bize yaptıkların yetmedi mi? Hiç mi vicdanın yok senin? Hadi vicdanın yok, adamlığın da mı yok? Hâlâ neden şaşırıyorsam zaten buna! Sende iki gram adamlık olsaydı ne karına el kaldırırdın, ne kızına el kaldırdın ne de beni o gece dışarı yollayıp abimi benden alırdın! Ama sen busun dimi. Adamlığı; kadına el kaldırmak, namus bekçiliği yaparken pavyonda karı kızla para yemek sanan adı herifin tekisin!"

   Bana el kaldırdığında gözlerimi kapattım ve o tokadın yüzümle buluşmasını bekledim. Birkaç saniye sonra tokatla buluşmayan yanağımdan farklı giden bir şeyler olduğunu sezip gözlerimi açtım ve o adamın elini tutan başka bir elle karşılaştım. Kafamı yan tarafıma çevirdiğimde eve girdiğini ,hatta yanıma kadar geldiğini hiç duymadığım Barkın ile karşılaştım. Yeşil renkli hareleri o adama sert bakarken ona baktığımda bana çevirmişti gözlerini. Gözlerimiz buluştuğunda o sert bakış yerine sanki bana "Bana güven, sorun yok. Sana zarar veremez." diyordu. "Mira annenin yanına git korkmuştur. Ben onunla ilgilenirim" dediğinde hâlâ olanların etkisinden çıkmamıştım. Hâlâ ona bakarken bana gülümseyip güven vermek istercesine iki gözünü birkaç saniyeliğine yumup geri açtı. Bir şey demeden arkamı döndüm, oturma odasının kapısının orda ağlayan annemi ve annemin eteğine sarılan Bade'mi gördüm. 

Annemin yanına hızlı adımlarla vardım ve kollarımı boynuna sardım, biraz öyle kaldıktan sonra eğildim ve çok korkmuş olan Bade'min minik bedenine sarıldım. "Korkma meleğim, geçecek." Saçlarından derin bir nefes aldım ve kokusunu içime çekip saçlarını öptüm.

...

   Mutfağa geçtikten yaklaşık beş dakika sonra Barkın yanımıza geldi. "Sızdı! Emine abla sen nasılsın?" derken hüzünlü bakışlarını anneme doğru yöneltti.  Annem az daha iyiydi şimdi. Kafasını iyi olduğunu belli edecek şekilde aşağı yukarı sallayıp "Sağ ol oğlum. Eğer o , kızıma bir daha vursaydı dayanamayıp bıçaklayacaktım onu" Annemin söylediği şeyle gözlerim doldu ve yaşlar benden bağımsız süzülmeye başladı gözlerimden. O adama korkusuzca bir şeyler söylemeye çalışırken kendimi çok sıkmıştım muhtemelen. Annem elimi tutarken Bade belime sarılmıştı hemen. Beni ağlarken görmediği için alışık olduğu bir şey değildi ve üzüldü diye düşündüm.

   Gözlerimi Barkın'a çevirdiğimde bana hüzünle baktığını gördüm. Barkın'a yaklaşık 6-7 aydır duygular besliyordum ve beni böyle görmesi canımı yakmıştı. Tekrar...  Elini bana doğru yukarı kaldırdı ve parmaklarını yanağımdaki göz yaşı izinin üzerine sürttü. İstemsizce gözlerimi kapattım, kafamı avucuna doğru yatırdım. Sonra  ne yaptığımı fark edip gözlerimi açtım ve kafamı eski hâline döndürdüm. Barkın merhametle tebessüm etti. Gözleri öyle bir bakıyordu ki içindeki merhamet duygusunu iliklerinize kadar işleniyordu. Elini yanağımdan çekti ama gözleri gözlerimden hâlâ ayrılmamıştı. Kendisi konuşmuyordu belki ama gözleri beni teselli ediyordu.

   Annem kafasını kaldırıp "Teşekkür ederiz Barkın oğlum. Allah senden razı olsun. Annenden de razı olsun. Aslan gibi bir evlat yetiştirmiş. Merhametli yavrum..." diyip eliyle Barkın'ın elini tutup üst tarafına birkaç defa yavaşça vurup sevmişti. "Estağfurullah Emine ablam. Ne demek lafı mı olur bunun."

   Barkın'ın nasıl haberi olup da bize geldiğini anlayamamıştım ve sormaya karar verdim. "Barkın sen nerden duyup da geldin. Nasıl içeriye girdin?" Barkın gözlerini tekrar bana çevirip konuşmaya başladı. "Annem markete gitmişti, geri dönerken seni evin önünde, kaldırımda otururken görmüş. Hâlini beğenmemiş yani derdin var diye düşünmüş. Gözünden akan yaşı görmüş sonra." kısa bir duraksamadan sonra devam etti. "Eve gelirken Emine ablayı aramış ve babanın yine içtiğini, Mert'in ölümünden dolayı seni suçlayıp canını acıttığını öğrenmiş. Sana zarar vermesinden korktuğu için eve gelir gelmez bana hızlıca anlattı, ben de elimden geldiğince hızlı şekilde gelmeye çalıştım. Kapıyı soracak olursan da geldiğimde açıktı zaten. Bağırışlar duyduğum için sana bir şey olmasından korkup hemen girdim içeriye." Evin kapısını o sinirle muhtemelen ben açık unutmuştum.

  Barkın anlattıklarından sonra ona bütün samimiyetimle ufak bir tebessüm ettim. "Teşekkür ederim Barkın. Her şey için çok teşekkür ederim. Özellikle badem beni o durumda görmeden geldiğin için teşekkür ederim. Ben alıştım aslında yüzüme inen tokatlara, saçımın çekilmesine falan ama Bade'm görmediği için çok sevindim. Gerçekten çok teşekkür ederim." 

   O kadar çok teşekkür etmiştim ki bir senelik teşekkür kotamı sonuna kadar zorlamıştım. "O kadar çok teşekkür ettin ki, biraz daha edersen gökten indirilmiş bir melek olarak göreceğim kendimi!" diyerek ufak bir tebessüm bıraktı bu duygusal ortama. Bade ise  gözlerime bakarak Barkın'ın söyledikleriye kıkırdamıştı. 

 Genelde çok teşekkür etmezdim çünkü insanlar bize iğrenerek bakardı, mahallenin huzurunuz bozduğumuzu düşündükleri için... Ki hiç de haksız sayılmazlardı. Maalesef...

Merhabalar efendimm.

Benimle bir yolculuğa çıkmaya var mısınız ??

SIFIRDANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin