Sevgili Maria'm,
O gün yazdığım vedayı, bir daha kimseye yazmadım. Aileme görüşürüz dedim, fazla bile olduğunu düşünerek. Gül'e ağlayarak veda ettim. Şans'ı Gül'e emanet ettim ve hiç bilmediğim, hayallerimizi süsleyen o ülkeye taşındık. Senin anlattığın yerleri gezdim. Bedri'nin oğluna baktım. Seni özledim. Adresini mektup yüzünden not ettiğim evin önünden geçtim. Anlattığın kadar varmış, hatta daha fazlasıymış. Sınırlı hayal gücümdekinden daha iyisiydi. Arkadaş edindim, aslında benim arkadaşlarım değillerdi. Bedri sayesinde hayatıma giren insanlardı. Dil öğrendim, mecburdum. Ailemi unuttum. Hayal kurduğumuz yerlerden geçerken hatalarımı hatırladım. O evi satmaya kıyamadım, içindeki eşyalarla terk ettim. Bazı fotoğraflarımızı yanıma almıştım, Bedri'den sakladım. Görürse kızardı, yargılardı. Gül'ü nadir görmeye başladım. Her o şehire dönüşümde eve, dükkana, sahile, tepeye, bağışladığım kitaplara ve genç tecrübesiz bize gittim. Kitapları bağışladığıma bakma. Hepsinin ismini not edip, tekrardan aldım. Anıları bir anlık unuturum hevesiyle yok edip, hepsine teker teker döndüm. Sana bıraktığım anılara gittim, baktım. Bazılarını bulmuşsun, gelmişsin diye sevindim.
Herkese ayak uydurmak için içki yudumladım. Kimse beni tanımıyordu, geçmişimi bilmiyordu ve kimse beni yargılamıyordu. Bir Bedri biliyordu geçmişimi, o da bana olan nefretini, tiksinmeyle karıştırıp bakışlarına yansıtırdı.
Bir gün sahile gittik. Çok yalvarmıştım, sonunda susmam için kabul etmişti. Ben, Bedri ve oğlu sahile gitmiştik. Bana yüzme öğrettiğin sahil gibi değildi. Kumlara oturup buna ağlamıştım. Bedri yine neye ağladığımı fark etmiş ve sinirlenmişti. Bizi özlüyordum, hatalarımı yüzüme vurmak için mi, anılarımızda huzur bulduğum için mi bilmem sürekli geçmişi hatırlatan yerlere gitmek istiyordum. Düşüncelere dalmış giderken, denizin içinde öpüşen çift görmüştüm. Şaşkınlığımı gizlemeye çalışmadan onlara bakmıştım. İkiside kızdı lakin kimse laf etmiyordu. Bedri neye baktığımı anlayınca benden tiksinmişti. Şu bakışı hep moralimi bozardı. Herkes bize engel olur demiştim, demişlerdi lakin burası o şehir gibi değilmiş. Bunun için mi yok etmiştim bizi, silmiştim hayallerimizi? O gün eve gidince ne bebeğe bakmıştım, ne salona çıkmıştım. Zaten bu eve de alışamıyordum. O evden daha bakımlıydı, anılarımız yoktu belki bu yüzden iyi gelir demiştim ama gelmiyordu işte. Yataktan kalkmamıştım. Pişmanlık, yargılayıcı bakışları ve aşkın hüznü ile odayı kaplamıştım. Artık kalbime gömmem gereken bir aşk vardı, geri dönüşü yoktu. Seninle ilgili anıları yaşamak için o tarz yerlere gitmeye başlamıştım. Hiç biri benzemiyordu. Hiç biri bizim yerimiz değildi.
Artık Bedri beni rahat bırakmıştı, kısıtlamıyordu. Çocuğuna baktığım sürece sıkıntı yoktu. Kendi başıma gezmeye başlamıştım. Bedri'nin oğlunu anneannesine bırakır, gezmeye giderdim. Seni arardım, hayallerimizi gezerdim, denk gelelim isterdim.
Hiç gelmemiştik, gelmedik. Avuç içi kadar yer değil ya, nasıl gelecektik?
Bedri gezme sebebimi anlamıştı, ses etmiyordu. Seninle tepede çekildiğimiz fotoğrafımız vardı, onu göstermiştim. Benzer bir yer olduğunu ama asla götürmeyeceğini söylemişti. Ben tarif ettiği kadar gitmiştim. Benzer değildi ama idare ederdi. Yokluğunda beni avuturdu. Düşüncelere dalmışken fark etmiştim, burası o yerdi. Tepeye çıktığımızda çocukken geldiğini söylediğin yerdi. Tepemde kocaman gölgelik yapan bir dilek ağacı vardı. Buraya beraber gelirsek çocukken yazdığın o dileği göstericektin ama orada yalnızdım. Ağacın dibinden kağıt kalem alıp yazmıştım. Belki bir gün gelir görürsün diye Türkçe yazmıştım.
" tanrım çok hatalar yaptım, nolur Maria'mı bana bağışla. " kağıdı en belirgin yere sabitlemiştim. Bir ağaç, bir kağıt parçası ve bizi birbirimize yasak kılmış Tanrı'dan ümit ediyordum. Beklemek diye düşünmüştüm, beklemek en iyilerini getirir lakin beş yıl beklemek bana yine vedaları getirmişti. Belki de bizim için en iyisi buydu. Sonuçta bizim için en iyisine karar kılıp, kaderimizi yazan Tanrı'dan daha iyi bilemezdim ya. Belki uzak olmamız sana iyi gelirdi. Benim için artık ümit yok, çünkü bana en iyi sen gelirdin. Bir kulu kurtarırken diğerini ateşe atmak gaddar Tanrı'nın işidir. Senden sonra inançlarımdan bile kaçtım, tıpkı zamanında inançlarım için seni terk etmeyi düşündüğüm gibi.
Şimdi düşünüyorumda yıllar geçti. Bu ülkeye ilk geldiğimde nasıl sabrederim, nasıl yaşarım, nasıl dayanırım dedim. Dayandım işte, baksana yıllar geçti, gitti. Bedri'nin oğlu büyüdü ve garibim beni hep annesi bildi. Kimse ona gerçeği söylemedi, beni annesi bilsin istediler. Açıkcası bende onu oğlum bilmiştim. Bazen bu durumdan utanırım, annesi görse çok üzülürdü. Bu yüzden ona hiç oğlum demem, diyemem. Hep Bedri'nin oğlu diye söz ederim. Bedri'nin oğlu olmasa bu kadar yıl dayanamazdım. Onu hep sevdim, büyüttüm hemde saygıyla büyüttüm. Benden utanç duyan kişilere inat ona hep öğrettim. Kimseyi yargılamaması gerektiğini, sevmeyi, kibar olmayı, zeki olmayı öğrettim. Sevginin her şeye iyi geleceğini, sevgi kadar saygının da önemli olduğunu hep anlattım. O da zeki çocuk öğrendi tabi. Herkes şaşırdı, herkes onun çok saygılı olduğunu, iyi yetiştiğini söyledi. Bundan övündüm, o da övünmemden övündü. Tıpkı sana benziyor. Sarı saçları, mavi gözleriyle bana sürekli seni anımsatıyor. Bir çocuğun olsa kesin böyle olurdu diyorum, sonra bizim çocuğumuz olabilirdi diye düşünüp, düşünmekten vazgeçiyorum.
Yıllar geçti, Bedri hala aynı. Beni yargılıyor, küçük düşürüyor, benden nefret ediyor. Bir kızdan hoşlandığım, bir kız için onu terk etmek istediğimi bildiğinden beri benden hep nefret etti. Üstüne hep karısının benim yüzünden öldüğünü söyleyip suçladı. Yıllarca her kavgamızda seni ve karısını öne atarak beni aşağıladı. Oysa ona hep saygılı oldum, oğlunu büyüttüm ve onu eşim olarak görmesem bile ihanet etmedim. O kadar duygularını, bakışlarına ve sözlerine vuruyor ki, ben de kendimden utanç duyuyorum, ben de kendimi yargılıyorum. Bazen bana bakan insanların bile beni yargıladığını düşünüyorum. Yıllar sonra anladım, ben bizi terk etmenin utancıyla yaşıyordum. Kendimden nefret edicek kadar gençliğimden, hatalarımdan utanıyordum. Aynaya bile bakamıyordum, kendimi görmeye sinir oluyordum. İki dakika düşünmeye dalsam kendimi yargılıyordum, kendime kızıyordum. Kendimi oyalamaya çalışıyordum, kendini oyala Nilüfer, yoksa düşünüyorsun, yoksa yine kızarsın kendine, yoksa yine zarar verirsin kendine. Bedri'nin oğlu büyüdüğü için ona bakarak kendimi oyalamıyordum, bu yüzden bir odaya kitaplık yaptırmıştım. Dört duvarda kitap dolu lakin artık onlar bile oyalamıyor beni. Seninle okuduğumuz kitaplarla oyalıyordum kendimi. Bir kitabı 24 kez bitirmiştim, hala bitiriyorum ama artık halim kalmadı. Hastalığım ilerledi. Özellikle son üç günde odamdan çıkamıyorum, yaşadığım insanları bile odama gelmedikleri sürece görmüyorum. Ya odamdaki masamda oturup, sana yazıyorum ya da dinleniyorum. Dinlenmeyi de sevmem, düşünmeye başlıyorum. Bedri'nin yüzünü şeytan görsünde bana bir şey olursa şu çocukcağıza üzülüyorum. Bu adamla yaşanmaz.
Yıllar geçti, bir ömür bitti, biz bittik, gençliğimiz bitti, aşkımız bitti, hayallerimiz bitti, yeni insanlar geldi, ikimiz bittik. Şimdi zamana bakıyorum, yaş ilerledikçe insan anılarını, yaşadığı yeri anımsıyor. Bu mektubu yolda yazıyorum. Az zamanım kaldığını hissettiğimi söylemiştim. Bedri ve oğlu eski şehirime götürmeyi kabul ettiler.
O kadar yalvarmama mı yoksa acıdıkları için mi, bilmiyorum. Bir ömür bitiyor, kişi üzülüyor, çevresi sadece bizimde zamanımız geldi diyip, ölümü düşünüyor. Sen olsaydın elimi tutardın, sen olsaydın üzülürdün, sen belki de olmamaydın. Böyle bir durumdan müzdarip olmanı istemezdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maria'm (GXG)
ChickLit/\__/\ (=•ㅅ•=) (つ♡⊂)∫ U--U Nilüfer'in yıllar sonra ilk aşkına yazdığı mektuplar vardır. 1978'lerde sağ-sol çatışmalarının fazla olduğu zamanda yaşanılan aşk hikayesi.