Gergin bir şekilde eve dönen Wonwoo'nun yüzü düşmüştü, eve dönüş yolu boyunca Seungkwan'ın anlattıklarını dinlemiş, dürüst olmak gerekirse ikili arasındaki aşkta kötü bir şey görmemişti, sadece yanlış zamanda yanlış olaylar yüzünden doğru aşıklar birbirini bulmuştu.
Seungkwan adeta Vernon'ın bir melek olduğunu söylemişti, Wonwoo bu ne kadar doğru bilmiyordu, Vernon'a da öylece güvenecek değildi, ne de olsa o bir yolsuzdu. Seungkwan'ın o alfaya olan aşkından gözünün kör olduğunu görebiliyordu ancak bu kadar kendisini kaptırmamalıydı.
Seungkwan defalarca kez Wonwoo'ya Mingyu'ya gidip bir şey söyleyip söylemeyeceğini sorup bundan emin olmaya çalışmıştı. Wonwoo'nun yüzündeki iç çatışmayı ve şüpheyi görmüştü ve bunun zor olacağını biliyordu. Muhtemelen uzun bir süre boyunca diken üstünde olacak ve Wonwoo'nun tamamen söylemediğinden emin olmayana kadar rahat bir nefes almayacaktı.
Seungkwan, Vernon'dan uzak olma düşüncesinden nefret etmişti, ondan uzak olma düşüncesi onun kalbinin güçlükle sıkılıyor, göğsünün arasına kızgın yağ gibi dökülüyor gibi hissetmesine neden oluyordu.
Wonwoo, Mingyu'dan bir şeyler gizleyerek iyi bir şey yapmadığını bilmiyordu ancak öylece gidip de, 'Kuzeninin gizli gizli aşk yaşadığı herif evimizi izleyen, ormanda karşılaştığın o alfaydı' da diyemezdi.
Seungkwan'ın Vernon'a olan aşkından tamamen ikna olmuştu ancak tam tersini net bilmediği için kesin bir hüküm vermedi. Ne de olsa Seungkwan, Vernon'ın bir kere bile ona köydeki durumlar ya da Mingyu hakkında bilgi almak için sorular sormadığına yemin etmişti.
Wonwoo ona güvenemek istedi. Seungkwan, Vernon'ın buralardan gitmek hem kendi sürüsünü hem de Kim sürüsünün ilişkilerini onaylamayacağını bildiği için uygun zamanda her şeyi geride bırakmaya söz vermişti.
Wonwoo'nun onların mutluluğunu dilemekten başka yapacağı bir şey yoktu, en azından yakalanmamalarını umabilirdi.
Yine de kafasındaki iç çatışma onu rahatsız ediyordu. Vernon hiçbir şey yapmaya niyeti yoksa niye evi gözetlemeye çalışmıştı ki?
"Ahhhh, Tanrı aşkına, hayat niye bu kadar zor?" Wonwoo huzursuz bir inilti çıkarıp mırıldanırken gözlerini kapattı.
"Hey, Wonwoo!"
Wonwoo kendisine seslenen kişiyle irkildi ve kafasını ondan tarafa çevirdi.
Joshua nefes nefese ona yaklaştı. "Sana sesleniyorum, beni duymuyor musun?"
Wonwoo gülümsemeye çalıştı. "Dalmışım."
Joshua sevecen bir şekilde gülümsedi. "Mingyu'nun eli nasıl oldu?"
"Daha iyi oldu."
"İyi, o zaman akşam bize yemeğe gelin."
"Olmaz," diye karşı çıktı Wonwoo.
"Aaa, niye, gelin işte, beraber yemek yeriz."
"Mingyu'ya yemek yemesinde yardım ediyorum, bunu herkesin içinde yapamam."
Joshua kahkaha atmamak için kendisini zor tuttu. Mingyu'ya yemek yemesi için yardım mı ediyordu? Bu düşünce kulağına o kadar komik geliyordu ki görseydi saatlerce gülerdi. Hem daha sabahın köründe kış için odun kıran Mingyu değil miydi? Hiç de ellerinde sorun varmış gibi durmuyordu.
"Mingyu'ya neden yardım ediyorsun?"
"Ona kendi başına yiyip yiyemeyeceğini sordum, sağ elini kullanamayacağını ve ona yemek yemesinde yardım etmemi söyledi."
Joshua dayanamayıp kahkahayı patlattı. "Sağ eli mi? Mingyu solak." Wonwoo'nun yüz ifadesi anında değişip garip bir hal alırken Joshua'nın kahkahaları arttı. "Tanrı'm! Wonwoo, çok tatlısın, Mingyu seni kandırmış."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Beast/ Meanie [Omegverse]
Fanfiction"Bırakın beni!" Wonwoo'nun acı dolu nidaları dudaklarından dökülüyor, gözyaşları yanaklarından aşağı akarken, nefesi boğazına takılıyordu. "Onu öldürecek!" İki kere... Tam iki kere eliyle yere vurdu Junho. Bunun tek bir anlamı vardı, herkes birbiri...