Aile, Vicdan ve Aşk

13 2 0
                                    

"Duyarsız insanların yanında duyarlılığını öldürürler."

Ses kulağımda çınlıyordu. Bu tanıdık sesi çok sık duyardım ve iç sesim derdim, iç sesim bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Ama kulaklarımı çınlatan ses bir iç ses olabilir miydi?
Yıllar önce duyduğum tek bir cümleyi nasıl bu kadar çok duyabilirdim.

Bilincim açıktı ama gözlerim kapalıydı. Dışarıdan gelen sesleri boğuk da olsa duyuyordum "Nabzı azalıyor 2870. odaya destek!" "Nehir! Kardeşim iyi mi? Noluyor?" Vefa'nın sesiydi ve endişeliydi. "Nehir! Neler oluyor doktor bey açıklama yapar mısınız?" Reha'nın sesiydi ve sakin kalması gerektiğinin farkındaydı ama onun da sesi titriyordu.
Ve bir anda gözüm karardı, ses kesildi bir aydınlık karşıladı beni. Sanki sonsuza giden bir ışıktı karşımdaki.

"Defibrilatörü getirin acil! Yüz elli volt veriyoruz. Hazır, ver! Bir daha, hazır. Ver!"

İnsanı hayatta tutan üç şey vardır: aile, vicdan ve aşk. Benim bir ailem yoktu. Aile, kocaman bir boşluktu benim için. Küçükken filmlerle kapatmaya çalışırdım o boşluğu ama her filmde aileler de başka olurdu. Kimisinde diktatör bir anne ve rahat bir baba varken kimisinde ise şiddet gören bir anne ve şiddet eğilimli bir baba vardı.
Bazılarında ailecek kampa giderlerdi. Çadır kampına. Baba kızıyla çadırı kurar, anne yemeği hazırlar ve küçük kardeş yakacak kozalak, çalı çırpı toplardı. Ateş başında oturur sohbet ederler daha sonra da uyku tulumlarıyla yıldızları izlerlerdi. Daha sonrasında çadıra girip bir sürü hikaye anlatırlar ve ailecek uyurlardı.

Eksikliği hissediliyor muydu ailenin? Hissediyor muydum o yokluğu? Hissediyordum. Eğer kendimle ilgili sorunlarım varsa ya da çözemediğim problemlerim, hepsinin temeli yine aileye dayanıyordu. Tolstoy'un Anna Karenina romanı, "Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise mutsuzluğu kendine özgüdür" diye başlardı.

Mutlu veya mutsuz bir ailenin olması armağandır şahsımca. Yarım bir anne ile olmayan bir baba sadece yaradır. Dikiş izi kalacak bir yara. Kapalı bir pencereden yıldızları izlemeye çalışmak yaradır, yalnız başına uyumaya çalışmak yaradır. Yaralı bir çocuk bırakmak nedir peki? Vicdansızlıktır.

Her insanın vicdanı kendisine göredir.
Vicdan öyle herkeste de yoktur. Ya da onlar olan vicdanlarını kullanamazlar. Vicdan yalnızca azap çekeceğimiz zaman farkında vardığımız bir şey de değildir. Vicdan, bir insanı insan yapan, kalbi temiz tutan bir duygudur. Benim kendime karşı bir vicdanım yok ne yazık ki. Yaptığı işlerde sonunu düşünmeyen, ölüme koşan, kendisine zarar vermekten çekinmeyen bir vicdansızım ben.

Tanrı bir gün ruhuma ve bedenime ulaştığı zaman "Ben sana bu şekilde emanet etmemiştim." diyebileceği bir haldeydim. Ama dışarıya da bir o kadar vicdanlıydım ve merhametliydim. Kendime olan vicdansızlığım belki yine aileye dayanıyordu.
Vicdan, gömülmüş bir meşeydi. Çıkması, yeşermesi zor ama çıktı mı da kuvvetli bir ağaç. Vicdan, sadece kalbinin tarif edeceği bir yoldu. Kalbinin seni götürdüğü bir çıkış.

Aşk peki? Tanımıyordum o duyguyu da. O hissi bilmiyordum. Vicdan kalbinin tarif edeceği bir yolsa aşk neydi? Kalbinin tarif ettiği yolda bir kalbe rast gelmek miydi? O da bende yoktu.

Aileden kaldık, vicdandan da kaldık, aşktan da sınıfta kaldık. İnsanı hayatta tutan üç şey bende yoktu. Ne tutabilirdi ki o zaman beni? Elimi kim tutabilirdi, hangi duygu "yaşa, ben varım" diyebilirdi?
Kim, "Ben yanındayım. Sen yaşa, yaşa ki yaşayalım." Diyebilirdi? Yoktu ki. Ne öyle bir duygum vardı ne de öyle bir kişi.

Bu şekilde mi bitecekti peki yaşamım. Mutsuz, yaşamamış, yaralarla dolu. O kadar yaşadığım şeye boyun eğmek değil miydi şuan ki ölümüm? Direnmeliydim. Belki bulurdum kendime olan vicdanı, aileyi, aşkı. Bunun için yaşamalıydım. Tanrıya bu yaralı ruhu değil sağlam bir ruhu vermeliydim. Temiz bir ruhu vermek için yaşamalıydım.

Amantes Amentes Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin