4-「Kahvaltı」

51 4 15
                                    

     Batı Almanya hayatında ilk defa başka yetişkin bir ülkenin evinde kahvaltı yapacaktı. Kendini bir garip hissediyordu, ama bu hissini dışarıya yansıtmıyordu. Sofraya oturmuş, haşlanmış yumurtasını bekliyordu. Bu sırada yumurtasını pişiren üvey babasını izliyordu. Nasıl yemek yaptığını merak ediyordu. Bir süre sonra kahvaltısı hazırlanmış oldu.

     Amerika, Batı'nın karşısına oturur oturmaz Batı ona bir şey söylemek için ağzını açtı ama ona nasıl hitap edeceğini bilemedi. "Size nasıl hitap edebilirim?" diye sordu.

     Amerika, Batı'nın bu kibarlığı karşısında küçük bir kahkaha attı ve "Bana artık 'baba' diyebilirsin." diye cevap verdi.

     Batı "Ama öyle seslensem bile sen asıl babam olmuyorsun." dedi soğuk bir ses tonuyla. Böyle bir cevaptan hoşlanmamıştı.

     "Mantıken evet," diye cevap verdi Amerika. "asıl baban olmuyorum. Ama artık asıl diye nitelendirdiğin baban öldü ve ben seni evlat edindim, dolayısıyla bana 'baba' demelisin."

     Batı "Peki." dedi. "Nasıl bu kadar iyi Almanca konuşuyorsun?"

     Amerika "Çok önceden öğrenmiştim." dedi. "Canım sıkıldığı için Almanca öğrenmeye karar vermiştim. Zaten ana dilim İngilizce olduğu ve İngilizce ile Almanca birbirine çok benzediklerini fark ettiğim için kolay öğrendim."

     "Peki," diye soracağı diğer soruya geçti Batı Almanya. "Neden ikizimi benden ayırdınız? Birlikte bir yerde yaşayamaz mıyız? Onu hâlâ anlayamadım. Bana nedenini açıklayabilir misin?"

     Amerika bu soru karşısında sanki morali bozulmuş gibi kafasını öne eğdi. Sanki Batı Almanya'ya anlatacak bir bahane buluyor gibiydi. Bir süre sonra kafasını kaldırıp "Siyasi işler, 15 yaşına geldiğin vakit öğrenirsin." diye cevap verdi.

     Almanya'nın soracak sorusu kalmadığı için sustu ve yemeğini yemeye başladı. Yerken bir yandan da düşünüyordu. Babasının öldüğü o günü düşünüyordu.  Nasıl olur da babasının ölümünden dolayı tek bir gözyaşı bile akıtmazdı, akıtamazdı? Bu Batı'ya göre imkansız bir durumdu. Halbuki babasını çok seviyordu o, aralarında sorun da yoktu. İki sorun vardı, birincisi Batı en ufak bir hatasında babasının onu dövmesiydi. Dövmesi ona fizikten çok psikolojik bir zarar veriyordu, ama Batı bunu her ailede olduğunu düşündüğü için pek sorun olarak görmedi. İkincisi ise -televizyondan duyduğu kadarıyla- başka ülkeleri rahatsız, daha doğrusu işkence etmesiydi. Anlamıyordu, neden babası böyle bir ülkeydi ki? Birilerine işkence çektirmekten zevk mi alıyordu? Böyle olan tek ülke o muydu, yoksa bütün ülkeler mi kendileri için diğer ülkelere işkence ederlerdi?

____________________________________

1939

     Bir gün Nazi Almanyası, odasında Federal Almanya ile özel bir şey konuşuyordu. Federal Almanya öyle bir çağırılmıştı ki, kendisini çok orduyu çok iyi yöneten bir komutan gibi hissediyordu. Ona "Senin ileride iyi bir devlet olup soyumuzu gururlandıracağına inanıyorum." dedi. "Lâkin çok merhametlisin. Sert olmalısın."

     Almanya duygusal olmamasına rağmen çok kibar davranırdı. "Neden sert olmalıyım ki?" diye sordu.

     "Devlet dediğin sert olur." diye cevap verdi babası. "Merhametli bir devleti kimse sevmez, söylediği sözleri dinlemez. Sözün dinlensin istiyorsan sert olmalısın."

     Almanya "Hım... anladım." dedi.

     Nazi "Gerçi sen yine iyisin he." diye birazcık sırıttı. "Kardeşin senden daha beter. Çocuk her şeyde utanıyor. Neden böyle, hiç anlamıyorum. Kime çekmiş acaba? Bizim sülaledeki kimse utangaç değildir."

____________________________________

     Almanya bir süre düşündükten sonra Amerika'ya "Bir şey soracağım." dedi.

     Amerika "Sor bakalım." dedi meraklı gözlerle.

     "Bir ülke, halkına söz dinletmesi için sert ve acımasız mı olmalıdır?"

     Amerika bu soruyu duyunca biraz şaşırdı. Hemen cevap veremedi. Sonra "Sert olmalıdır, ama halkına acı çektirecek kadar değil." diye cevap verdi.

     Asıl babası hiç öyle demiyordu ama. Tam tersine Almanya'ya tam bir diktatör olması gerektiğini söylemişti. Şimdi Almanya hangisinin dediğine uyacaktı? Bu konuda da babası ona bir şey söylemişti.

____________________________________

1939

     Nazi, çocuklarını 'çok mühim' bir konu için odasına çağırmıştı. İkizler de sanki kendilerine ceza verilecekmiş gibi hissettiler. Nazi "Bakın, benden başka kimsenin sözüne inanmayın." dedi.

     İkizler bu sözü duyunca hayal kırıklığına uğramış gibi hissettiler. Federal Almanya içinden 'Bu muydu mühim bir konu dediğin?' dedi.

     Demokratik Almanya "Neden inanmayalım?" diye sordu.

     Nazi cevabı vermeden önce derin bir iç çekti. Sanki çok iş yapmış da yorulmuş gibi Demokratik'e bakıyordu. Çocuk da kendini suçlu hissetti. Nazi "Sence?" diye cevap verdi.

     Demokratik Almanya biraz düşündükten sonra "Babanın sözünden çıkmamalıydık, değil mi?" dedi mırıltılı bir sesle.

     Nazi sesini birazcık(?) yükselterek "Hayır, öyle değil!" dedi. "Çıkmamalıydık değil, çıkmamalıyız diyeceksin! Tamam mı? Hatta birlikte söyleyin!"

     İkisi bir ağızdan "Babanın sözünden çıkmamalıyız." dedi. Demokratik Almanya bunu söylerken yüzü kızarmıştı. Sanki bir şiir okuyorlardı.

     Nazi gülümseyip "Aferin size, öğrenmişsiniz." dedi. "Gidebilirsiniz."

     Federal Almanya son sözü duyar duymaz arkasını döndü ve kapıyı açtı. O giderken ikizi de onun sol kolundan tuttu. Kapıdan çıktıktan sonra ikizine "Neden benim kolumdan tutuyorsun?" diye fısıldadı.

     Kardeşi de fısıldayarak "Babamdan korktum." dedi.

     "Neyden bahsediyorsun?" diye sordu kardeşine, dediğini çok mantıksız bulmuştu.

     Kardeşi utanıp "Boş ver." dedi. "Ağzımdan sapan sözler çıktı işte."

____________________________________

     Almanya o zaman ikizinin ne demek istediğini anlamamıştı ama, şimdi düşününce anladı. Babasından korkmuştu, çünkü babası ona resmen kendisine itaat ettiriyordu, ya da onun gibi bir şey. Sanki her şeyin en doğrusunu kendisi biliyormuş gibi davranıyordu çocuklarına ve onlar da inanmışlardı. Almanya içinden 'Ne yani, bize doğru gelene inanamaz mıyız?' dedi. 'Bir tek senin dediğine mi inanmak zorundayız?'

「Genetik」 - 『Countryhumans』Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin