5-「Büyükbaba」

54 4 16
                                    

     Batı Almanya kendini garip bir yerde buldu. Sessiz, tamamen yemyeşil bir alandaydı. Etrafta hiçbir şey yoktu. Kuş sesleri bile yoktu. Sadece tamı tamına on tane ağaç vardı. Ağaçtaki yapraklar kıpırdamıyordu bile. Hava rüzgârlı değildi, ne sıcak ne soğuktu. Hatta Almanya havanın olup olmadığından bile şüpheliydi. Burası ona hiç tanıdık gelmedi. Sanki Dünya'ya benzer başka bir gezegenin içindeymiş gibi hissediyordu. Bu yer, Dünya'nın neresine gidilirse gidilsin, görülemeyecek bir yerdi. Neresiydi ki burası? Bu yerin bir adı var mıydı?

     Buradan ayrılmak için yürüdü. Sadece yürüdü. Yürürken ne bir taşa takıldı, ne de başka bir şeye. Yol dümdüzdü, ona engel olacak hiçbir şey yoktu. On dakika boyunca yürüdükten sonra bir şey oldu. Yer değişti! Artık tuhaf derecede olan o yerden kurtulmuştu. Şimdi ise gerçekten Dünya'daydı. Bu sefer bu yer ona biraz da olsa tanıdık gelmişti. Gerçek babası ölmeden önceki yaşadığı yere benziyordu, lâkin değildi. İki katlı ahşap bir ev vardı. Ayrıca ev, ormanlık alanda değildi. Belki de bu yer hiç daha önceden yaşadığı o Berlin'deki yere benzemiyordu. Sadece Almanya öyle benzetmiş olmalıydı.

     Almanya tam o eve doğru yürüsem mi yürümesem mi diye düşünecek iken, yorgun argın gözüken ve sanki bir gaziymiş gibi ağır bir biçimde hareket eden uzun boylu, kıvırcık siyah saçlı, yeşil gözlü, askeri üniformalı ve Pickelhauble kaskı takmış olan o adam eve doğru gidiyordu. Almanya onu gördüğünde hemen tanıdı: O, Almanya'nın büyükbabası Alman İmparatorluğu'ydu. Hayatında(?) ilk defa büyükbabasını görüyordu. Heyecanlandı ve "Büyükbaba!" diye seslendi.

     Lâkin büyükbabası kafasını çevirip ona bakmadı bile. Duymamıştı ki. Hatta Alman İmparatorluğu Almanya'yı görmezden geliyor değil, gerçekten görmüyordu. Almanya bu durum karşısında hayal kırıklığına uğramıştı. Ama hayal kırıklığından çok, neden bu kadar yaralı olduğunu merak etmişti. Alman İmparatorluğu, evin içine girerken Almanya da koşarak yanına geldi.

     Almanya, sonunda o çok merak ettiği evin içine girmişti. Nedense gözüne çarpan ilk şey, oturma odasının estetikliğinden ziyade, evin sol duvarındaki aile tablosuydu. Kendisine çok benzeyen uzun, dalgalı siyah saçlı, yeşil gözlü, o zamanların modasına göre giyinmiş olan halası Weimar, Alman İmparatorluğu'nun elini tutarken, babası Nazi ise Uzun, düz kırmızı saçlı, mavi gözlü ve beyaz elbiseli annesi Avusturya-Macaristan'ın elini tutuyordu. Avusturya ve Macaristan ise yere oturmuş bir şekilde poz vermişlerdi. Fotoğraftaki herkes gülümsüyordu, Nazi Almanyası hariç. O sanki mutsuz, depresif, işkence çekiyor, şiddet görüyor, psikolojik sorunları varmış gibi görünüyordu. Bir yandan da sanki doğuştan kötü huylu yaramaz bir çocukmuş gibi hissettiriyordu. Almanya bu fotoğraftan 'Sanırım babam küçükken hiç sevilmedi, bu nedenle bize karşı sıcak yaklaşıyor.' diye bir çıkarım yaptı. 'Babam kendi yaşadıklarını bize yaşatmamak için bize iyi davranıyordu.'

     Sonra, sanki düşüncesini mantıksız bulmuş gibi kafasını iki yana hızlıca salladı. Fark etti ki büyükbabası, babasını ve hayatında hiç görmediği halasını çağırmıştı. Büyükbabası onlara son sözlerini söylüyor gibiydi. Büyükbabasının "Çocuklar, ölmek üzereyim..." dediğini duydu.

     Nazi Almanyası, sanki dünya yıkılsa umursamayacakmış gibi bakan gözlerle ve hiç çekinmeden "Neden burada ölmeyi tercih ettin?" diye çıkıştı.

     Weimar duygusallığının arasındayken, Nazi Almanyası'nın söylediği sözü duyar duymaz üzüntüsüne sinirini de kattı. Nazi'ye dönüp "Babamız ölüyor, cidden bunu mu soruyorsun?!" diye bağırdı.

     Nazi Almanyası, sakinliğini koruyarak ve gıcık olduğu ablasına dönerek "Evet, bunu soruyorum." diye cevap verdi. "Ne yapayım, babamın ölmesine mi üzüleyim? Neden üzüleyim? Bana işkence çektirmiş birine neden üzüleyim?"

     Federal Almanya şaşırdı. 'İşkence mi?' diye düşündü. 'Büyükbabam, babama işkence mi çektirmiş?'

     Tam Weimar Nazi'ye sesini yükseltecekken Alman İmparatorluğu kesik kesik "Ha-halkı We-Weimar yöne-tecek..." dedi.

     Nazi Almanyası'nı sinirlendiren bu olmuştu. "NE?!" diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Lâkin babası bir daha konuşmadı. Adamcağız çoktan yere yığılıp gözlerini kapatmıştı. Pickelhauble kaskı da kafasından kurtulmuştu. Weimar bir inlemeyle dizlerini çöktü ve gözlerini sonsuza dek kapattığı babasının yüzüne dokundu. Gözlerinden yaşlar gelmeye başladı. Kızcağızın ağlamaktan başka elinden bir şey gelmiyordu. Ne yapabilirdi? Babası ölmüştü. İş işten geçmişti yani. Halkı yönetme sırası ondaydı.

     Federal Almanya 'Yazık...' diye geçirdi içinden. 'Zavallı halam. Babasını toprağa gömmek zorunda kaldı. Babamın üzülmemesi garip aslında. İşkence çektirmiş olsa bile üzülmesi gerekmez miydi? Ben şahsen o intihar etti diye çok üzülmüştüm, ağlayamamıştım orası ayrı.'

     Weimar ağlarken arkasına, Nazi'ye bakıp "SENİN HİÇ Mİ DUYGULARIN YOK?!" diye bağırdı.

     Nazi Almanyası "Evet, yok." diye cevap verdi. "Zira duygularımı öldüren sizsiniz. Kimse durduk yere kendi duygularını öldürmez, Weimar. Beni kandırma."

     Weimar buna karşı bir şey diyemedi. Belki de Nazi Almanyası haklıydı. Belki çevresindeki ülkelerden psikolojik şiddet görse duyguları körelmezdi, ama aynısını ailesi yapınca duyguları körelirdi. Çünkü daima ailesinin istediği gibi olmak için çabalamalıydı. Belki de ailesinin istediği gibi olmak için duygularını yok etmesi gerekiyordu.

「Genetik」 - 『Countryhumans』Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin