.13.

647 29 2
                                    



Bazen her şey istediğimiz gibi olmuyordu. Biz ne kadar çabalarsak çabalayalım yine de istediğimiz haline de dönüşmüyordu; bu yüzden anı kabullenmeliydik sanırım. Yani anneannem öyle demişti bana.

12. yaş günümde anne ve babamın neden beni istemediklerini ilk defa sormuştum ona. Dedem de yeni vefat ettiği için anneannem de bir çöküşteydi, bu yüzden benim acımın çok da önemi yoktu.

Sonuçta onun hayat eşi benimse dedemdi.

O gün ilk defa aramıza soğuk bir hava girmişti, ki biz asla o ayazlı mevsimden kurtulamıştık tekrar. Anneme çektiğini iddia ettiği gözlerimden beni ilk ve son defa öpüp "Hayat senin istediğin gibi ilerlerse kader diye bir şey kalmaz, hatalarından ders almalı yaşadığın anı kabul etmelisin İpek." demişti.

Ama bunu bana değil, sanki karşısındaki annemmiş gibi söylemişti. Hatta İpek, demişti bana. Bizzat kendi koyduğu bu ismim aslında annemin adıydı.

Bu yüzden onu asla kullanmıyordum.

Nil'dim ben. Deli dolu ve öksüz bir kızdım. Merih, Ayça ve Koral vardı sadece hayatımda arkadaşım olarak. Onun haricinde liseden ya da ortaokuldan görüştüğüm veya da hatırladığım pek kimse yoktu.

Çünkü Fatma teyzem, Ayça'nın annesi Gülay teyze ve Koray'n annesi Aliye teyze hariç hiçbir anne öksüz bir çocukla arkadaş olmalarını istemiyordu. Hak vermiyor değildim, ailede sadece parayla yetiştirilen bir çocuk olduğum için her istediğini elde etme hırsıyla gözü boyanmış bir çocuktum.

Dediğim dediktim, her şey benim hayal ettiğim ve istediğim gibi olmalıydı.

Ta ki Onur'la tanışana kadar...

Onu ilk defa alttan bir ders verdiği, basit cebirsellerin sınıfında görmüştüm. Normalde üniversiteye göre değişse bile birinci sınıfta genel olarak liseden pek farklı derslerimiz olmuyordu. İkinci veya üçüncü seneden itibaren bölümünüzün ağırlığında bir ders programınız oluyordu.

Onur çok okulu kafaya takan bir tip değildi açıkçası çünkü dediğine göre zaten sürekli fabrikalarda babasının ya da amcasının yanında büyümüştü.
Daha lisedeyken yazları fabrikada muhasebeye gidermiş hatta.

O yüzden kendine güveniyordu çoğu konuda. Hatta genelde sadece sınavlara gidip geliyordu.

Onun bu haline imrenmiyor değildim, evet anneannemin de hatrı sayılır bir mal varlığı vardı. Bunun tek mirasçısı da ben olduğum için aslında hiç okumasam ya da çalışmasam galiba kırklı yaşlarımın sonuna kadar götürürdü beni. Ama ben gözünü hırsa bürümüş birisi olduğum için, çok sevdiğim dilden vazgeçememiştim.

Bu yüzden hayatımda ilk defa konfor alanımdan çıkıp İzmir'e geldiğimde başta çok zorlanmıştım. Sonra Ayça'nın da buradaki bir hukuk fakültesini kazandığını duyunca bir nebze olsun rahatladım derken Merih de yatay geçiş hakkını kullanıp buraya gelmişti.

Koral da zaten okumayı tercih etmemişti çünkü benim gibi dil bölümü istediğinde Ordulu damarıyla işsiz kalır, laflarına aldanan ailesi izin vermemiş o da size göre hayat yaşamam diyerek eşit ağırlıkta güzel bir puanı olsa bile tercih bile yapmamıştı.

Hepimizin kendi hayat mücadelesi varken hepsinin aslında üstüme ne kadar titrediklerinin gayet farkındaydım. Mesela Merih bana aşırı düşkündü. Bana toz kondurmazdı tabiri caizse.

Ama şimdi onunla böyle iki yabancı gibi karşılıklı oturmak ağırıma gitmiyor değildi. Onun birisinden nefret ettiğinde adama hayatı nasıl zindan ettiğini kendim görmüştüm. Yine de bu kadarını beklemiyordum.

 Hatun Bebek/Yarı TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin