.25.

584 33 43
                                    


Anne ve babamı bizzat kendimin yok ettiğine inanıyordum ben. Mesela; eğer ben hiç olmasaydım belki de babam annemi terk etmezdi? Annem tek başına kalmaz, herkesten kaçmazdı.

Bilmiyorum aslında; anneannem yazgı, derdi hep. Kaderin neyse onu yaşarsın, hayırlısı ve hayırlısının kolayı olsun diye dua edebilirsin anca, diyordu. Sanırım bu kendince beni teselli etme biçimiydi. Ne kadar başarılı olduğu tartışılsa da...

Ama Merih hiçbir zaman öyle dememişti bana. Ne zaman bu konudan bahsetsem "Olabilir." derdi sadece. Bana kendimi fazlalık olmadığım konusunda ikna etmeye çalışmazdı bile. Yine de ne zaman böyle konuşsam ellerimi sıkı sıkı tutardı. Annesinin ufak, güzellik merkezi çapında bir kuaförü vardı; oradan öğrendiği kadarıyla tırnaklarıma rengarenk ojeler sürerdi ama her seferinde.

Kendince beni teselli ederdi ve ne yalan söyleyelim anneannemin söyledikleri yalnızca aklımı rahatlatırken, Merih benim yüreğime su serpiyor gibi hissederdim. Bu dünyada fazlalık deşilmişim gibi. O bana yetermiş gibi...

Ama şimdi arabanın içinde, ağlamaktan bitap düşmüş bir halde karakoldan dönüyordum. Onun bana sahip çıkması gibi benim ona hiçbir şey yapamayışım...

Duyar duymaz gelmişti Ayça, bildiği kadarıyla, onu savunmuş ve görüşmek istediğini söylemişti ama Merih reddetmişti onu. Birkaç saat daha oralarda sürünmemiz sonucu şikayet geri çekilmiş, Merih de elini kolunu sallaya sallaya çıkmıştı karakoldan.

Ayça sürekli koluna yapılıp ne olduğunu sorsa da asla cevap vermemiş, yalnız kalacağım, diyerek geçiştirmişti bizi. Ben her şeyi yorgunca izlerken Merih ne benim ne de Ayça'nın yüzüne bakmıyordu. Biz buna da bir anlam veremiyorduk, hatta bir ara Ayça iyice sinirlenip bağırınca Merih de bağırmış ufak bir atışma yaşanmıştı aralarında. Bu 'ufak' tartışma karakolun önünde yaşandığı için Koral da ikisine de bir posta sövmüş Ayça'yı alıp eve gitmişti.

Ben gidememiştim ama.

Merih tamamen gözden kaybolana kadar izledim onu. Derdi neydi veya ne yapmıştı hiçbir fikrimiz yoktu.

Nihayet gözden kaybolduğunda Onur elime yapışmış arabaya sürüklemişti bizi. Sessiz bir yolculuktu, şimdiye kadar; "Nil," Dediğini duydum.

Yüzüne bakmadım. Bir tık sinirliydim sanırım ona. Çünkü hiçbir şey demiyor, ağzını bile açmıyordu kimseye. Sanki Merih gerçekten suçlu birisiymiş gibi davranıyordu ona. Hakkettiğini buldu o bakışları atmıştı bana da tüm gün.

"Güzelim," Dedi bu sefer de.

"Hı?" Diye mırıldandım ağzımın içinde ama başımı çevirmedim, hâlâ camdan dışarısını izliyor geçtiğimiz sokak lamlarını sayıyordum.

"Aç mısın?" Diye sordu iç geçirip.

Bunu sırf konu açmak için söylediğini fark ettim o an ama iyice sinir olmuştum. Benim acaba yemek yiyecek halim mi vardı?!

"Sence?" Dedim ona gözümün kenarından en sinir bakışlarımı yollarken.

Trafikte olduğumuz için bana saniyelik bir bakış attı. "Saatlerdir hiçbir şey yemedin, su bile içmedin diye dedim..." Diye mırıldandı. Gözlerimi devirdim huysuzca. "Gerçekten böyle bir durumda ne yapmamı bekliyor olabilirsin anlamıyorum Onur!" Diye çıkıştım.

Bu ani yükselmemi zaten bekliyormuş gibi hiç şaşırmadı. Omuzları düştü ama sadece iç çekti, ağzını açıp da bana herhangi bir şey söylemedi. Böyle yapınca daha da sinirlendim niyeyse.

"Oradayken ağzını bıçak açmıyordu, rica ediyorum şu an da sus ya." Diye söylendim. Başımı yeniden yola çevirip sırtımı dönermişçesine sağ omzuma doğru yaslandım koltukla.

 Hatun Bebek/Yarı TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin