Günlerdir yağmurun ve soğuk havanın esir aldığı Ankara'da pazar gününün ve bir aile kahvaltısının hatırına bugün güneş açmıştı. Şanlıların evi erken saatlerden beri kahvaltı telaşıyla cıvıldıyor, herkes bir işin ucundan tutmak için koşuşturuyordu. Kazım baba sabah erkenden aldığı taze portakalları sıkmakla meşgulken Esme anne pişileri kızartıyor, Asuman envai çeşit peyniri tabaklara bölüştürüyordu. Şanlılar önemli bir misafire hazırlanıyorlardı.
Seyran salondaki büyük masayı son kez kontrol edip mutfağa geçti. Uyandığından beri Ferit'le mesajlaşıyor, anbean ne yaptığını soruyordu ama son yarım saattir sessizleşmişti adam. Telefonu da Fırat'a kaptırmıştı zaten, küçük yeğeni telefonu bir şekilde ele geçirmişti ve gözlerini ayırmadan oyun oynuyordu.
Mutfağın penceresinden dışarıyı seyretti Seyran. Dün gece yağmur altında koşturdukları sokakta Ferit'in arabasını görmeyi bekledi ama yoktu. Saat neredeyse on olmuş, park ve sokağı canlanmaya başlamıştı. Bugünün güneşi tüm Ankara'ya lütuf olarak doğmuştu.
"Seyran'cım hayırdır gözün yollarda kaldı." dedi Asuman güleç yüzüyle. Seyran'ın içinden taşan heyecanı görebiliyordu ve uzun zamandan beridir Seyran'ın hayatına giren en büyük heyecandı bu. Birkaç ay önce mutfağın balkonunda ağlayarak Ferit'i ne kadar çok sevdiğini anlatırken şimdi o balkondan Ferit'in yolunu gözlüyordu kadın. Hayatın akışı ön görülemezdi.
"Saat on olmak üzere de... Ferit de ortalarda görünmüyor." dedi Seyran. Sağ elini, heyecanla atan kalbinin üzerine yerleştirdi. Bu heyecanı kendi de kestiremiyordu. Abisiyle Ferit'in tanışacak olmasındandı galiba. Ya da... Ferit'in gerçekten aileye dahil olacak olmasından. Bilemiyordu; heyecanlıydı, stresliydi ve her şey bir an önce yaşansın istiyordu.
"Kızım, okul değil ya burası çocuk tam saatinde gelsin..." dedi Esme Hanım hamur olmuş ellerini temizlerken. "...gelir işte telaşlanma sen. Çayı ocağa koydun mu?"
"Koydum anne." Dedi Seyran solmuş sesiyle. Ne yapsındı, Ferit bir an önce gelsin istiyordu. Dün gece odada kaçak göçek yaşadıkları duygusal anların etkisini taşıyordu hala üzerinde. Dün gece Ferit'e doyamamıştı, eksik hissediyordu. Yanında yamacında dursun istiyordu hep. Dün geceden sonra sevgilisinin bir otel odasında yalnız uyandığının bilinci rahatsız ediciydi.
"Haydi Şanlı hanımları size kolay gelsin. Portakal suyu hazır. Ben ayağınızın altından çekiliyorum."
İşini bitirip salona giden babasının peşine takıldı Seyran. Fuat bir köşede oturmuş televizyon izliyordu. Bu tepkisizliği babasının cuma akşamki haline o kadar benziyordu ki... stresinin nedeni bu olabilir miydi acaba?
"Halacım telefonumu bana verir misin artık?" Diyerek elini Fırat'a uzattı. Babasının yanında oturan çocuk iyice sokuldu adama. Yüzü asıldı. Tablet neslindendi işte. Telefon eline yapışmıştı.
"Hala oyunum daha bitmemişti!"
"Fırat'cım lütfen... Benim ufak bir işim var bitince hemen sana geri vereceğim tamam mı?"
"Hadi oğlum, bekletme halanı." Babasının ricasıyla elindeki telefonu asılmış suratıyla halasına verdi ve kollarını bağladı Fırat.
"Of ya tamam! Ferit beyaz kalp arayınca yanmıştım zaten!"
"Fırat!" Utanarak babasını ve abisini kontrol etti Seyran. İkisinde de aynı yüz ifadesi vardı, duymazlıktan gelmişlerdi Fırat'ın söylediğini. "Bana getirseydin ya telefonu."
Hızlıca odasına geçti ve sevgilisini aradı genç kadın. Telefon çok beklemeden yanıtlanmış, Ferit'in sesi telefonun diğer ucundan duyulmuştu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
PİYANİST (SeyFer)
Fanfiction"Ferit, seni bir daha görür müyüm?" Ferit'in karanlıkta parlayan gözlerine inci gibi dişleri eşlik etmişti. Bu akşamki en içten gülümsemesini bahşetti Seyran'a. Umarım beni bir daha görürsün diye geçirdi içinden. "İstediğin zaman görebilirsin. Piyan...