bölüm on üç, solgun ve solduran

110 20 8
                                    

Choi Seungcheol hayatının hiçbir yerinde yaşamadığı kadar büyük bir şok ile karşılaşıp karşısındaki adamı ağlattığında ne tepki vereceğini bilemedi. Sahiden onun bahsettiği kadar bencil bir insan olabilirdi belki de.

Onu öylece yürüyüş yolunda kaçışını izlediğinde öylece omuzları çökük kaldı. Gidişinden sonra bile tepki vereceğini bilemedi. Öylece kaldı. O kadar şaşırdı ki bu tepkisine bir karşılık veremedi. Sahi buraya kadar olanları değerlendirdiğinde de son birkaç gündür yaptıkları ile söyledikleri kendisini tutuyor muydu ki?

Seungcheol kendiyle o kadar çelişiyordu ki bir süre çıkamadı bu işin içinden. Bunda Jeonghan'ın sözlerinin etkisinden mi böyleydi yoksa kendi içinde mi değişiyordu onu da bilmiyordu. Cheol belki farkına varmıyordu ancak ona hiçbir şey olmuyordu. Olan tek şey hayatının hiçbir zerresinde bu kadar yoğun hissetmediği duygularının son derece sinsice şiddetlenmesiydi.

Kaybolduğu kendi karmaşa içerisinde o kadar derinlere dalmıştı ki bu işin içinden çıkamadığı yerde dağılmış ve yanına olabilecek en ama en kötü seçeneği çağırmıştı. Şimdi kendi salonunda kendi koltuğunda öylece uzanmış tavanı izleyip hiçbir şey yapmazken bir kenarda Joshua oturuyordu.

"Ne yaptığını tahmin edeyim mi?"

Daha yeni gelmiş ve geldiğinden beri her zamanki gibi hareketsizliğine rağmen artık karşılık dahi vermeyen Seungcheol'ü çözmeye çalışıyordu. Sorusuna cevap vermedi. Joshua da cevap beklemiyor olacak ki onu umursamadan devam etti.

"Onu korkuttun değil mi?"

Duygu yoksunu bir herifin olayı tekte bilmesini beklemediğinden kafasını kaldırıp şaşkınca baktı. Oysa onun yüzünden her zamanki gibi hiçbir ifade veya mimik yoktu.

"Doğru tahmin etmişim."

Onun bile anlayabileceği kadar açık mı gözüküyordu her şey bilmiyordu ve öğrenmek istiyordu.

"Nasıl?"

Joshua onunla konuşurken elinde uğraştığı rubik küpü yavaşça çevirdi. Kendisine bakmıyordu bile.

"O ürkek bir ceylana benziyor. Her şeyiyle. Etrafa bakışları bile korku dolu."

Seungcheol de farkındaydı bunun. Jeonghan'ın hayata karşı korkaklığı ve tüm acemiliği yeni doğmuş biri tarafından bile açıkça görülebilecek bir şeydi. O kadar yabancıydı ki her şeye bilinmezliğinden kaynaklı korkaklığı asla şaşılacak bir şey değildi.

"Sen bu ceylana baktın Cheol. Onu besledin, korkularının geçmesine yardım ettin."

Hiçbir ifadeden anlamayan herifin bir belgesel ile işi bu kadar çabuk çözmesi aslında bir miktar sinir bozucuydu ancak bir şey demek istemedi.

"Sonra dönüp ceylanı kendin korkuttun. Ne yaptın? Onu nasıl korkuttun?"

Seungcheol kafasını geri indirip tavana baktı tekrar. Suçunu kabul etmek istemiyordu. Onun da yaptığı bir şey için sadece kendini suçlamak istemiyordu. Joshua anlatmasını bekler gibi sessini çıkarmadığında mecburiyetten önce denize koşan Jeonghan'ı ardından da atlama macerasını en kısa ve öz haliyle anlattı.

"Önce o beni korkuttu."

Joshua bitirdiği rubik küpünü bir sağa bir sola çevirip kontrol ediyordu.

"Ama o farkında değildi."

Seungcheol baktığı tavanda bu durumu kabullenmek istemediğinden öylece durdu. Farkında olmasa bile birini böyle korkutmaması gerekiyordu. Nasıl hissettirdiğini bilmesi gerekiyordu.

hayallerim düşer avuçlarına | jeongcheolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin