bölüm on dört, tutunamadığı tek gerçek

86 18 2
                                    

Yoon Jeonghan aklı yerinde olmadan atlayış sahasından kendini boşluğa bırakmadan saatler öncesinde Seungcheol ile görüşmeyi bırakalı birkaç gün olmuş bir şekilde odasında boş boş tavanı izliyordu. Son birkaç gün içerisinde duygu durumu o kadar karışıktı ki herhangi bir atak ve nöbet geçirmemek için kendisini fazlasıyla kasıyordu.

Seungcheol ile birlikte iyice nöbetsiz ve hayalsiz alıştığı günleri kaybetmekten deli gibi korkan Jeonghan hem onun yaptıklarını sindirmek hem de gerçekliği kaybetmemek için son birkaç gününü büyük bir beyin uyuşukluğuyla geçiriyordu. Bu kadar yok kat ettikten sonra bu başarının sıfırlanacağından o kadar korkuyordu ki günün çoğunu uyuyarak geçiriyordu.

O sabahta geceden beri uyuduğu için artık hiç uykusu kalmayıp iyice eşiğe ulaşmış akıyla yatağın içinde tavanı izliyordu. Gün yavaş yavaş aydınlanmış ne yapacağını bilemez bir şekildeydi.

Nasıl hissettiğini inanın açıklaması çok zordu. İyi olmadığı aşikardı ancak kötü demek onu tanımlamaya yeter miydi bilmiyordu. Yorgun, yılmış ve her şeyin anlamsızlaştığını hissettiği bir evreye girmişti. Kardeşi de tüm olanlardan haberi olan tek kişi olarak ne yapacağını bilemez bir şekilde kalmıştı.

Anne babası da aslında onun bu tuhaflığını çözmüş olmalarına rağmen şu an için durumu eşeleyip bir yokuşa sürmek istemedikleri için onu Mingyu'ya kontrole götürmüşlerdi. Şu an için karışık duygu durumu dışında hiçbir faktör bilmiyordu ailesi. Jeonghan'ın ölüme karşı büyüyen korkusundan tabiki de haberleri olmuş olsa da bunun kaynağını abi kardeş olarak ikisi de söyleyememişti.

Kısacası ortalık fırtına öncesi sessizlikten ibaretti ve herkes ne zaman Jeonghan'ın infilak edeceğini bekliyordu. Açıkçası ne olursa olsun kimse bu olacakları tahmin edemiyor olmalıydı ki Chan o sabah yatağının başında ona göz devirerek bakmıştı.

"Artık uyanıp bir şeyler yapmaya ne dersin? Bugün Seungkwan gelecek belki yine bizimle üniversiteye gelirsin."

Jeonghan uyuşmuş tüm bedeniyle dönüp ona baktı. Sadece ona bakmak bile ağlama isteği getiriyordu kendisine. Nedenini bilemiyordu ancak sanki ona büyük bir haksızlık yapıyormuş veya kalbini kırmak üzereymiş gibi hissediyordu. Onu çok üzecek ve bir daha göremeyecekmiş gibi hissediyordu. Bu bazen sözlerine de yansıyordu.

"Özür dilerim."

Chan sebebini anlamadığı özür için önce kaşlarını çatmış ve bir açıklama beklemiş olsa da içi boş gözlerle bakan abisinin iyi olmadığını düşünerek el çabukluğuyla ilaçlarına uzanmıştı.

"Hadi ilaçlarını alıp kahvaltıya inelim annem birazdan uyanır."

Jeonghan kardeşinin yardımıyla yatağında sırtı yastığa yaslanarak oturur pozisyona geldiğinde ne diyeceğini bilemedi. Ona yük oluyormuş gibi olmasını dahi düşünemeyecek kadar önceki hisse kapılmıştı. Onu üzecekti, bunu biliyordu ve korkuyordu. Kardeşini bile bile üzecek olmasından çok korkuyordu ancak mani olamıyordu.

"İlaçların."

Eliyle uzattığı küçük şeffaf plastik kapağa benzer şeyin içindeki birkaç hapa baktı. Chan her sabah itinayla ona ilaçlarını hazırlayıp veriyordu. Alıştığı bu rutin gereği o ilaç kabını alıp ağzına götürdü. Arkasından uzatılan büyük bir bardak suyla yutmak için büyük bir çaba gösterdi. Sayısı artan ilaçlar çok hoşuna gitmemişti açıkçası.

"Ben kahvaltı hazır mı diye iniyorum sen de üzerini değiştirip gel hemen."

İlaçlarını daha yeni yutan Jeonghan odadan çıkan kardeşinin sözlerine uymak üzere olan bir robot olarak elindeki bardağı kenara bırakıp ayağa kalktığında midesi bulandı. Çok hızlı kalktığından mıydı yoksa aç karnına koca bir bardak suyu devirdiğinden mi emin olamadı.

hayallerim düşer avuçlarına | jeongcheolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin