18| daha fazla koşamayana kadar

198 35 48
                                    

Jeno'nun omzuna yaslı başımı kaldırıp gözlerimi ovuşturdum.

"Not al, önemli yerleri söylüyor."

Mızmızlanmak istesem de bugün amfi çok kalabalıktı, bir haftadan kısa bir süre sonra finallerimiz başlayacaktı ve dönem başından beri seyrek seyrek gelen öğreciler finalleri kurtarabilmek için derse akın etmişti.

Onun gibi hızlı hızlı not almaya başlarken yorgunluktan gözlerim kapanacak vaziyetteydim fakat ne yazık ki devam etmek zorundaydım. Jeno da burnunun ucuna düşen gözlüğünü on dakikada bir düzeltiyor, odağını korumak için sorularımı yanıtsız bırakıyor, konuşmuyordu.

Yeni yılın üzerinden bir hafta geçmişti ve işte... Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam ediyorduk, son bir aydır aramızdaki tuhaflığı aşamıyorduk ne yazık ki. Jeno, sarhoş olduğu geceden sonra aramıza beton bir duvar örmüştü resmen. Her ne kadar belli etmese de, uzak durmasa da, hatta tatlı dudaklarıyla beni öpmeye devam etse de bir şeylerden ötürü kendini geri çektiği gözle görülür bir şey değildi belki ama hissedilebilir bir şeydi.

Benden kaçmadığını düşündüğüm hâlde bunu düşünmemi sağlayan bir şey yaşanmıştı: Gecenin bir vakti, karlara bata çıka Jeno'nun evine gitmiştim sırf yanına yatabilmek için. Yüreğimin içinde konuşan bir şeyler, ona yakın olmak istiyordu ve bu karşı konulamaz isteği gerçekleştirmek istemiştim. Yanına usulca kıvrılıp onun için büyük kaşık olduğum sırada adımı mırıldandı zayıfça. Geldiğime şaşırmış, aynı zamanda şaşırmamış gibi bir tepki vermişti. Saçlarının arasından yükselen nane kokusu ferahlık dolu olsa da beni mayıştırmıştı. Çok geçmeden Jeno bedenini bana doğru çevirip sarılmıştı, sıkı diyebileceğim bir sarılmaydı ve şaşırtmıştı beni. Gece olunca hislerini göstermekten çekinmeyen biri çıkıyordu karşıma.

Ona tutunmuş gözlerimi fark etmedi, gözlerini uykudan dolayı doğru düzgün açamadı bile ancak sarıldı. Sarhoş olmadığını bilmek, bu davranışlarının sebebi için içkiyi bahane etmemi engellemişti.

Benden özür dilemişti sessiz sessiz, usulca. İlk önce anlamadım, kolları arasında put gibi durup kaldım fakat o uykuya direnen gözlerine engel olamayıp onları yumduğunda uyuyamayan tek kişi olmuştum. Birbirine dolanan bacaklarımız yüzünden hareketlerim kısıtlı olsa da kendimi küçültüp kolları arasına sığmak için çabalamıştım. Yüzüm boyun çevresine ulaştığında gözlerim anca kapanmış, çok sevdiğim meyveli parfümünden ziyade teninden uçmaya yüz tutmuş duş jelinin yumuşak kokusu vardı.

Amacım, sadece bu acılardan kurtulmaktı. Sol göğsümde, kalbimin içinde bir yerlerde eskiden beri hiç değişmediğini düşündüğüm yüzü ve o yüz yüzünden ansızın çoğalan bir sızı vardı. Yutkunarak bile geçiremediğim bir yumruyla beraber, kendime dahi anlatamadığım duyguların kifayetsiz kelimeleri vardı. Ben, Jeno'ya derdimi nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Tek yapmak istediğim, o benden usul usul kaçarken hoyrat hareketlerle kovalamak, yüzüne karşı 'Hani böyle olmayacaktık?' adlı edebi romanımı haykırarak okumaktı. Aptal kafasının içine bu duruma gelmemizin sebebinin o olduğunu, ondan ölesiye nefret ettiğimi söylemek istiyordum. Ona, onu çok sevdiğimi günler, gecelerce anlatmak, böyle olmaya dayanamadığımı izah etmek istiyordum.

Sonra da sabah olmuştu, uykunun güzel kucağından sıyrıldığımda yatağın boş olması beni hüngür hüngür ağlayacak konuma getirmişti. Benim pembe diye aldığım, şeker paketi şeklindeki postite spor salonuna gittiğini, bana yeşil çay yaptığını ve kahvaltımın hazır olduğunu yazmıştı. Elime alıp okuduğum gibi buruşturup yere fırlatmış, hışımla toparlanıp çıkmıştım evden. Spor salonuna sabahın bir vakti gitmezdi bile, tüm işlerini ve ödevlerini hâllettiği vakit -genellikle akşam saat dokuzda- giderdi spora. Sırf benimle yatmamak için erkenden kalkıp gittiğini düşünmem kaçınılmaz olmuştu o sabah için. Sonrasında da bana kızmış, neden kahvaltı yapmadan çıktığımı sormuştu. Bana yaptığı gibi, ben de onu geçiştirdim.

bet you wanna | nominHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin