9| alevlenen dudaklarımız

277 40 30
                                    

Jeno'nun teni her daim şenlik ateşini hapsederdi kendisine. Sıcak bir oğlandı o; yüreği de, bakışları da, teni de, gülüşleri de hep sıcaktı onu bildim bileli. Tanıştığımız ilk hafta yazlıkta olduğumuzdan denize giden çakıllı yolu çıplak ayaklarımızla birlikte alırdık. Ve o denize girip çıktığında, tüm tuzlu su teninden aşağı yuvarlanırken bile sıcaktı.

Onun hakkında her şeyi biliyorum zannederdim. Ama tam şu saniyede bir şey öğrenmiştim ben: Jeno'nun dudakları da sımsıcaktı. Bir fırın, bir cehennem, bir meşale gibiydi. Mavi alevlerden farksızdı.

Ya da benim içimdeki ateş ikimizin de dudaklarına püskürüyordu.

Jeno, hiçbir uyarı vermeden, izin almadan beni öpmüştü, hatta bunu yapmaya karar bile vermeden, sadece başka bir şey yapamayacağının farkında olduğu için. Beni yakan tarafı ise, tuttuğum o nefese ihtiyacı varmış gibi öpmesiydi.

Nefesimi kesti.

Öpüşmemizin duygusal anlam taşımadığını bildiğim hâlde, bunun bir şekilde sıcacık hissettirdiğini anlıyordum.

Beni, çatlamış dudaklarımızın birbirine değmediği tüm yılları, ayları, haftaları, günleri, dakikaları, saniyeleri telafi ederek toplayabildiği tüm güçle öptü.

Çünkü onu dudaklarım arasına çektim.

Dudaklarıma yapıştığı andan sonra ilk atağı ben yaparak üst dudağını aldım kendime. Öyle zayıflıkla yapmıştım ki bunu, Jeno'nun deri ceketine sıkı sıkı tutunmak zorunda kalmıştım. O da benden hemen sonra alt dudağımı kendi dudakları arasına bir güzel çekti, bu anda ikimizin de bir yaprak misali titrediğine şahit oldum. Her şeyi telafi edecek o öpücük, işte böyle başlamıştı.

Gözlerim sımsıkı kapalıydı, sanki açarsam karşımda kimin olduğunu hatırlayacak gibiydim. Ve karşımda yine en yakın arkadaşımı bulacak olmam, onu kendimden tüm gücümle itmek gibi bir refleksle yanıt bulacak gibi hissediyordum.

Parmak uçlarım ensesine çıktı, tenine temas ettiğim an elektrik çarpmış gibi titredim yeniden. Güçlü bir elektrik akımının içindeydim ve bu elektriğin tek sahibi Jeno'ydu. Aramızda zibilyon tane akım oluşturmuştu ve dudaklarımız ayrıldıktan sonra bile bu akımların beni mahvedeceğini biliyordum.

Bizle alakalı mahvolmayacak bir şey var mıydı ki?

Onu ne kadar süre içime çeke çeke öptüm, o beni ne kadar süre hırçınca kendine kattı bilmiyordum ama bu sürenin biraz uzadığını fark etmem sadece bir anlıktı.

Zira planda dillerimizi çarpıştırmak olduğunu hatırlamıyordum.

Geri çekildim. Tüm nefesimi onun nefesi üzerinden ayırdım ve gözlerim hâlâ kapalıyken güçsüzleşen kollarım bilinçsizce aşağı düşüp göğsünde duraksadı. Dudaklarımı bir kez de kendi dilimle turladım ve yutkundum, sanki göz kapaklarımı aralamaya korkuyordum. Bir şekilde, görebileceğim şeyler beni rahatsız edecekti.

Jeno, Jeno'nun dudakları, Jeno'nun gözleri, Jeno, Jeno, Jeno... Ve sonra izlenme hissine sayelerinde sahip olduğum Donghyuck ve Chenle...

Tanrım, tüm planı unutmuş gibi hissediyordum. Bu Fransız öpücüğünden sıyrılıp gerçek hayatın özneleriyle karşılaşacaktım ve ben daha içsel tartışmalarımda şahsımı haklı çıkaramamıştım bile.

Gözlerimi araladım.

Gözümün önüne gelen ilk şey kızarık bir dudak oldu, bu kadar yakından görmek bile yutkunma isteği doğurmuştu bende. Titrek irislerim hemen karşımdaki kahve irisleri bulduğunda yutkunma isteğim ihtiyaca dönüştü ve bu karşı konulamaz ihtiyaca karşılık yutkundum hemen.

bet you wanna | nominHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin