Bu sefer kaçan taraf bendim.
Babamın söylediği kadarıyla Jeno defalarca benimle iletişime geçmeye çalışıp durmuş, evimize de gelmiş fakat annem hasta olduğumu söyleyip onu geri yollamış. Jeno her ne kadar ısrar edip beni görmek istediğini söylese de annem, bu hâlimin Jeno yüzünden olduğunu biliyor ve bu yüzden ona ufak bir tavır takınıyordu. Üstelik telefonum tam olarak sekiz gündür kapalıydı, açtığım an telefonuma gelmesi muhtemel bin küsür mesajı görmek istemiyordum, bunun için gerekli enerjiyi bir hafta öncesinde bırakmıştım.
Her ne kadar annemlerin yanında oturup en azından bir fincan kahve içerek onlarla muhabbet etmek istesem de ruhum o kadar bunalmış durumdaydı ki birden gözlerimden yaşlar akıyor, dört duvar arasında bir yere gözüm dalıp gidiyor, ağzımı bıçak açmıyor ve hayatta kalacak miktarda besin ve su dışında bir şey yiyip içmiyordum.
Ben, kendimi berbat hissediyordum.
Renjun'den döndüğüm gün bu günlerimden çok daha kolay geçmişti, sanırım yaşadığım şoklar gün geçtikçe birer birer suratıma çarpıyordu ve ben üstesinden gelmeyi bilmiyordum. Jeno'nun yanında fındık kabuğunu doldurmaz bir uyku çektikten sonra eve geldiğimde de uyumuştum. Asıl olanlar, ikinci gün başlamıştı. Sabah uyanıp kahvaltı yaptıktan sonra boş vaktimi bir şeyleri düşünmeye ayırdıktan sonra -bunu yaptığıma çok pişman olmuştum- sonu gelmez bir düşünce seline kapılmıştım; gece uykularım kaçmış, gündüz gözlerim kapanmış, midem sırtıma yapışmış ve hatta yediklerimi midemde barındıramaz olmuştum. Bir yudum suyu içmeden önce bile iki kez düşünmek durumunda kalmıştım. Baş ağrılarımdan kurtulamamıştım, yataktan çıktığım an vücudumu hep üşüme sarmıştı. Depresyonda olmadığımı biliyordum. Depresyonu, geçen senelerde yaşadığım kadarıyla biliyordum ve bu kadar basit değildi, bu kadar az bir süreç içinde de anlamam mümkün değildi. Bu yüzden bir delilik yapıp boş yere içtiğim o antidepresan hikayesini tekrardan yaşatmadım kendime. Yedek kutuları açmaya bile tenezzül etmedim, savaşmayı ve bunun üstesinden gelebileceğimi telkin ettim kendime hep.
Pek başarılı olduğum söylenemez.
Bu sabah ise günler sonra tebessüm etmeme sebep olan bir şey yaşanmıştı: Jeno, oynadığımız Hayday oyunundan bana mesaj atmıştı. Birbirimizin köyleri hakkında konuşur, malzeme verir ve vakit geçirirdik. Şimdi ise bana telefonla ulaşmasının bir imkanı olmadığını anlamış olmalı ki tabletimde kurulu olan oyun üzerinden mesaj atmıştı. Ayrıca, annem Renjun'ün de kapıya kadar geldiğini ve onun da pek iyi görünmediğini söylemişti bana. Diğer arkadaşların da geldi dedi ama annemin söylediği çoğu şeyi dikkate alabilecek gücüm yoktu, sadece kafa sallıyordum ve yeni bulduğum diziyi izlemeye devam ediyordum. Jeno'ya da cevap vermedim, vermeyecektim de.
Aslında yarın, yüz yüze geleceğimi biliyordum herkesle, yine de telefonum açık değildi hâlâ. Finaller yarın sabah başlıyordu ve ben çok az çalışabilmiştim. Bazı günler on beş saate kadar çalışıp bir şey düşünmeyi reddetsem de yeterli değildi, bir gün böyle sıkı çalışıp diğer günler yattığım da olmuştu.
Sabahsa her zamankinden daha zor uyanmıştım, alarmım kulağımın dibinde ciyak ciyak sesler çıkartıyordu ve kalkmam zorunluluktu. Kısa bir duş, ağzıma tepiştirdiğim lokmalar, rahat kıyafetlerim, çantam ve işte bu kadardı benim sabahım, arabanın anahtarını da kaptığım gibi üniversitemin yolunu tutmuştum. Eğer şansım varsa kalabalığın içine karışıp kimseye görünmeden sınava girdiğim gibi çıkmak istiyordum. Ne Jeno'ya ne de diğerlerine açıklama yapacak gücüm vardı. Özellikle Renjun, beni görürse iyi olduğuma emin olana kadar yakamdan düşmeyecekti çünkü ona karşı tavır takınıp takınmadığımı anlamaya çalışacaktı. Ona da üzülüyordum, onun için de sızlıyordum fakat onun yüzüne bakabilecekmişim gibi hissetmiyordum ya da onu avutacak gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bet you wanna | nomin
FanfictionJeno, ailesiyle girdiği bir iddia için Jaemin'e sahte sevgili olmayı teklif eder.