"Benden Chanyeol'le evlenmemi mi istiyorsunuz? Eski sevgilimin abisiyle? Baba onun yaptığı ihanet, ya bu nedir? Tanrı aşkına böyle bir şey olmayacak. Hayatıma şimdiye kadar hiç karışmadınız. Onca yılın acısını şimdi mi çıkarıyorsun?" Sinirle bağırmaya başlamıştım. Dedikleri şey asla olmayacaktı. Şirket batsa bile umrumda değildi. Hiçbir zaman paragöz olmamıştım ben.
"Sadece biraz sakinleşip düşünmeni istiyoruz Baekhyun. Kolay olmadığının farkındayım." Beni anlamasının beni sakinleştirmesi mi gerekiyordu? Eğer öyleyse başarılı olamamıştı.
"Bunun düşünülecek hiçbir yanı yok. Reddediyorum o lanet olası iş ortaklarına da söyle iki oğulları da benden uzak dursun. Hayatımı mahvettiler." Saf nefretle son kez konuştum. Sanırım gürültüden olsa gerek, odaya giren babamın sekreterinin suratına bile bakmadan odadan çıktım. Hayatım bok çuvalına dönmüştü.
Tüm günümü şehirden uzak bir kasabada geçirmiştim. Babamın arabalarından birini kaçırmıştım. Gece de burada kalıp aklımı boşaltmam gerekiyordu. Ama aklımda dolanan şeyler sadece Chanyeol ve ailemin benden beklentisiydi. Luhan'ı geride bırakabilirdim ancak buradan evime döndüğümde yüzleşmem gereken şey büyüktü. Ama Chanyeol'de istemiyordu ve ortak bir kararla ailelerimizi vazgeçirebilirdik. Belki annem bir kız, Bayan Wu'da bir erkek çocuk doğururdu ve 18 yıl sonra onları evlendirirlerdi. Aklıma gelen bu iğrenç düşünceyle kafamı sert yastığa vurdum. Beyin sarsıntısı geçirerek ölmek güzel bir fikir gibiydi. Ufak bir pansiyonda kalıyordum ve yemekleri de gayet güzeldi. Belki tüm her şeyden kaçıp burada çalışıp yaşamaya başlamalıydım. Şuan bu bile tüm olasılıklardan daha hoş görünüyordu.
Nasıl olduğunu bilmiyorum ama sanırım beynim tüm bu olaylar karşısında yorgun düşmüş olmalı ki deliksiz bir uyku çektim. Uyandığımda hava serin ve güzeldi. Uykumu almıştım ve artık geri dönmem gerekiyordu. Çünkü telefonumda babamdan gelen bir annemden ise gelen onlarca mesaj ve cevapsız arama vardı. Annem mesajlarda dinlenmem gerektiğini söylemişti. Babam ise tek mesajında sabahımı yine mahvedecek bir şey yazmıştı.
"üzgünüm Baekhyun."
İki gündür yaptıkları için üzgün olmadığı açıkça belliydi. Bir şey olmuştu ve onun için özür diliyordu. Ve ben bir güne daha berbat bir şekilde başlamıştım.
Ufak bir kahvaltı ve buranın sahibi yaşlı teyzenin bana telefon numarasını vermesiyle yola çıkmıştım. Buraya bir daha gelmemi ancak yalnız olmamamı söylemişti. Gelmeden önce onu aramam gerekiyormuş ki böylece iki kişilik bir odayı bize ayırabilecekmiş. Yalnız öleceğimi bilse bu kadar çabayı göstereceğinden emin bile değildim. Halime acır ve bana fazladan battaniye ve yastık verirdi
Yolun ne ara bittiğini anlamadan evime gelmiştim. Kıyafetlerimi değiştirip duş aldım. Bugün çalışacaktım, yoğunlaşacaktım ve kesinlikle babamla hiçbir bağlantı kurmayacaktım. Onunla aynı bina da olsam bile.
Departmana girdiğim anda departman başkanının iğneleyici bakışları üzerimde dolanmaya başlamıştı. Yokluğum onu sinir etmiş olmalıydı ancak bir şeyden emindim. Yokluğumda biriken işleri birkaç saatte bitirebilirdim ama diğer çalışanları günlerce masa başından kalkamazdı. Ve Bay Kim bunun gayet farkındaydı. Onu umursamadan cam kenarındaki ufak masama geçtim. Daha burada sadece bir kez çalışmıştım fakat şuan çoğu yerden daha samimi gelen bir ortama sahipti. İş arkadaşlarımdan bahsetmiyorum. Sadece eşyalar. İşte bu kadar yalnızlaşmıştım bir günde.
Saatler birbirini kovalarken açıkçası babamın beni odasına çağırmasını bekliyordum. Ama olan en garip şey departman başkanı suratsız Bay Kim'in çalışanlardan biri olan Minseok hyung'un üstüne kahve dökmesiydi. Ortalığı velveleye vermesi az bir zaman dilimi için bile olsa gülmemi sağlamıştı. Eve gittiğimde bunun bir daha olacağından şüpheliydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Last Love
FanfictionHer zaman sakin bir hayatım olmasını istemiştim. Beladan uzak, üzüntülerin yanına bile yaklaşamayacağım bir hayattı tek istediğim. Bir gün. Sadece bir gün bütün bu hayallerimi kumdan kale gibi rüzgarla savurmuştu. Acımasız dalgalar defalarca vurmuş...