"Benden ne istiyorsunuz?" dedim öfkeyle. Karşısında ağlamak istemiyordum o yüzden önce kendime acımayı bırakmalıydım. Ben zavallı değildim. Onlar kötüydü.
Elini cebinden çıkarıp hızlıca yanıma geldi. Dudaklarını kulağıma değdirdiği an mideme buz gibi bir sıvının aktığını hissettim. Karmaşık bir yün yumağına dönen zihnimi okyanus suyuna benzeyen tanıdık kokusu sardı aniden. Kokuyu içime çekip hatırlamaya çalışırken bu defa fısıltısı tüm dikkatimi dağıtmayı başardı.
"Hemen odama gel." Gözlerime bakarak geriye doğru çekilip kendini düzeltti. Emredici ses tonuna müzede sergilenen bir sanat eseri gibi karşılık verdim. Konuşmuyordum ama bakınca çok şey anlatıyordum.
Israrla yüzüne bakmama rağmen hiçbir şey söylememesi sinirimi bozuyordu. O sustukça daha fazlasını duymak istiyordum. Çünkü aklımdaki cevap bulamamış nedenler beyin duvarlarıma çarpıp geri dönüyor ve zihnimde gereksiz bir gürültü oluşturuyorlardı.
Beni buraya o almıştı ve sonra akbabaların önüne atıp bir ay boyunca herkesin beni didiklemesine izin vermişti. Yetmezmiş gibi az önce o akbabaların etrafımda olduğunu bilmesine rağmen ama bunu umursamadan beni azarlayarak küçük düşürmüştü. Şimdi de büyük bir cesaretle yanıma gelip sadece odasına gelmemi mi emrediyordu? Neden? Bana daha kötüsünü yapmayacağından nasıl emin olabilirdim ki? Bu iş yerinde tek bir güvencem bile yoktu.
Gözlerim tereddütle kıpırdandı. Yutkunup bakışlarımı başka yöne çevirdim. Bir kayayı itmek şu anki kararsızlığımdan daha kolay olsa gerekti.
"Odaya gelmeden önce en son görüştüğümüz şirketin dosyalarını da yanına al." Arkası bana, önü kapıya dönüktü. Yanımdan ayrılmadan önce son bir kez daha direktif verme gereği duymuştu yürüyen egosu. Dilimin ucuna kadar gelen, hangi şirket, ne görüşmesi, ne dosyası, nerede gibi soruları sormamak için kendimi zor tutuyordum. Ses tellerim yokmuş gibi susarak onaylamış bulundum onu. Aklımı kaçırmış olmalıydım.
Lavabodan çıktı. Bir süre yerimden kıpırdayamadım. Kokusu, fısıltısı, bakışı... Hakan geldi hemen gözümün önüne. İçimdeki kıpırtılar onu gördüğümde hissettiğim heyecana benziyordu ama değil gibiydi de. Bilmiyorum, Hakan'ın bana her zaman değer verdiğini bilirdim. Teoman ise korku filmi gibiydi; ne zaman kötü bir sürprizle karşılacağım onu gördüğüm anlardan birine saklanmıştı.
Derin bir iç çekip lavabodan öyle çıktım. Az sonra olacakları düşündükçe mideme kramplar giriyor, baş belası bir ağrı şakaklarımı zorluyordu. Bir yanım içimdeki kördüğümü artık çözmem gerektiğini, bu işe burada son vermemi söylüyor, diğer yanım bunda da başarısız olursam hayatımı tümden bırakacağımı fısıldıyordu. Babam gibi profesyonel bir şekilde koku üretmek şu hayattaki tek hayalimdi.
Üstelik kimseye iş yerindeki sıkıntılarımı da anlatamazdım. Anlatsam bile dayanılmaz şeyler olmadığını, sadece benim değil herkesin iş yerinde egolu kimselerle baş etmeye çalıştığını söyleyip sinirimi bozacaklardı. Egolu insanlarla anlaşamamak benim sorunum olarak kalacak ve sonunda mahalle tarihine ölümden döndükten sonra yeni yaşamına uyum sağlayamayan gelmiş geçmiş en şanssız insan olarak yazılacaktım. Çocuğum olmasa bile nesiller beni anlatacak ve benim gibi olmamak için ellerinden geleni yapacaklardı.
Odaya doğru yürümeye başladım. Zihnim hala bir şeye karar veremese de sona yaklaştığımı hissetmenin rahatlığı bir nebze olsun hareketlerime yansımıştı. Mesela; "Ece kahve!" diyen kimseye bakmamıştım. Fotokopileri elime tutuşturanları; "Başka bir işim var." diyerek elimin tersiyle geri itmiştim. Fısıldaşanlara veya duyayım diye sesli sesli arkamdan konuşanlara kötü kötü bakmış, en azından gideceksem de şu zevki onlara yaşatmadan gitmek istemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKA TUZAK
RomanceÜniversiteyi bitirdikten sonra işler Ece için pek de iyi gitmez. Hayatı, baba evinde, onunla evlenmek isteyen taliplileri ile doludur. O ise en yakın arkadaşı Selin'in büyük kardeşi Hakan'a gizli duygular beslemektedir. Ta ki yolu tanınmış iş insanı...