12- Renkler

34 8 2
                                    

"Haklıydım." dedi Teoman. "En başından bu yana biliyordum."

"Doğru." dedi Lale. "Ama yetmez. Onun hazırladığı hiçbir dosyada eksik ya da hata olmaması, başkalarının hatalarını fark edip çaktırmadan onları tek tek düzeltiyor olması, kimse ona nazik davranmasa da onun herkese hoşgörüyle bakması ona güveneceğimiz anlamına gelmez."

Anlamsızca yüzlerine baktım. Ben buradayken hiç yokmuşum gibi kendi aralarında beni mi tartışıyorlardı gerçekten?

"Tam da bu sebeplerden dolayı ona güvenebiliriz." dedi Teoman Lale'ye çıkışarak.

"Onu bu fazla iyimser tavrından biraz kurtarmam gerek. Anlamıyor musun, pembe  gözlüklerini kırıp hayatın gerçekte sadece gri tonlardan oluştuğunu göstermem lazım. Ancak o zaman ona güvenebiliriz." Omzuma dokundu ve hatta samimiyetle sıvazladı. Kendimi uslu durduğunda ödüllendirilen evcil bir hayvan gibi hissettim.

Bana dokunması bir yana dursun yüzüme baktığını bile görmemiştim bu zamana kadar. Hem söylediği bir cümle omzumu sıvazlamasından daha çok etkilemişti beni. Hayatın gri tonları... Haklı olabilir miydi gerçekten? Gerçekte hayat sadece gri tonlardan mı oluşuyordu? Oysa içimdeki dünya gökkuşağı gibiydi. Sevgi kırmızı, huzur sarı, dostluk turuncu, sakinlik yeşil, aile mavi, çocuklar pembe, yabancılar beyaz, kötülerse siyah...

"Buraya bir renk veriyor olsaydım o kesin siyah olurdu." dedim. İçimden kendimle konuştuğumu unutup yine sesli düşünmüştüm. Ağzımı tutup endişeyle hıçkırdım.

Birbirlerine baktılar önce. Hemen sonra Lale büyük bir kahkaha attı. Teoman ise başını sallayıp gülümsedi sadece.

"Neden siyah?" Masaya göğsünü yaslayıp ellerini bana daha çok yaklaştırdı. Gözlerinin içinde kendimi görebiliyordum. Biraz düşündüm ona bakarken. Hayatı gri gören birine içimdeki renkleri anlatacak değildim.

"Çünkü gökkuşağında yok." Duraksadım. "Sanırım hayatı gri görecek kadar olgunlaşmış bir ruha sahip değilim."

Bir an ellerimi tutacakmış gibi parmaklarını kıpırdattı. Hemen sonra gözlerini kapatıp derin bir nefes alarak geriye doğru yaslandı.

Lale kahkahalarını bir kenara bırakıp ciddileşerek yanıma oturdu.

"İşte bundan bahsediyorum. Ruhunu olgunlaştıracağım."

"Şimdi değil." dedim ayağa kalkarak. Bu saçmalığa daha fazla katlanamazdım. "Yapmam gereken şeyler var." Yanlarından ayrılırken bu defa kimse beni durdurmadı.

Yerime geri döndüğümde evraklar, kayıtlar, klasörler ve fotokopilerle uğraştım. Arkamdaki camekanlı odaya asla bakmıyor, onların ne söylediklerini düşünmemeye çalışıyordum.

Lale de ben çıktıktan bir süre sonra yerine geçti. İçeride hiçbir şey konuşmamışız gibi aynı soğuklukla bir şeyler istemeye başladı benden. Nedendir bilinmez, o böyle davranınca içim rahatlamıştı. İçerdeki gibi sırtımı sıvazladığını hayal ettikçe daha çok geriliyordum.

Klasörlerin bir kısmını yerine koymak için ayağa kalktığım sırada istek yağmuruna tutulmuştum yeniden. Bazen bu kadar sabırlı olabildiğime ben bile inanamıyordum.
"Ece mutfağa geçiyorsan bana da kahve getirir misin, her zamankinden?"
"Ece şu bardağı da götürür müsün? Kötü kokuyor."
"Ece, masama su döküldü. Peçete!"
"Ece bunun da fotokopisini çek."
"Ece bunları satın alma ofisine bırak."
"Yerdeki kağıdı bana verir misin?" diyen bile vardı.

Gülümseyerek gülen gözlerimin ardına cinnetimi saklayıp memnuniyetsizce Lale'ye baktım ve gözlerimi devirdim. Onlar beni küçümserse diğerlerinden tevazu beklemek saçma olurdu tabii ki.

AŞKA TUZAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin