10- Soğuk Geliyor

41 6 2
                                    

"Selam."

İş yerine girdiğimde verdiğim selam henüz bir haftadır sabah rutinim haline gelmişti. Güvenlik görevlisinden başka kimse de henüz selamımı almıyordu zaten. Konuşursalar beni severler sonra da kötülük yapamazlar korkusuyla kimse yüzüme bakmayı tercih etmiyordu. Üstüne bir de diğerleri gibi adil bir iş görüşmesinden geçmediğim için beni görünce öfkeden ve kıskançlıktan deliye dönüyorlardı.

Bu yüzden layık olduğum asistanlık görevini onların tüm ayak işlerini yapmakla taçlandırıyordum. Çay ve kahvelerini bana getirtiyorlar, imza işlerine departman departman beni koşturuyorlar, fotokopi ve evrak düzenleme işlerini benim üzerime yıkıyorlardı. Yanımda anlamayayım diye Çince konuşanlar bile vardı. Hayır, her dili anladım da Çince ne ya...

Yeni bir depresyondan çıkıp farklı bir can sıkıcı duruma maruz bırakılıyordum ama anneme ve teyzeme işimin çok iyi olduğunu, bana çok saygı duyduklarını, toplantılardan günümün nasıl geçtiğini anlamadığımı söylüyordum. Eğer kötü geçtiğini söylersem yeni bir travma atlatmış olan benim çok abarttığımı düşünür, bir işe tutunamadığımı kendi aralarında konuşup üzülmeyeyim diye de hiçbir şey olmamış gibi davranırlardı. Bu tabloya gönlüm razı olmamıştı. Ama benim adım Ece, çalışırım gündüz gece. Ta ki onların yapabileceği her şeyi ben de yapana kadar.

"Çok erkencisiniz Ece Hanım."

Şirketin kıdemli çalışanı Lale Hanım. Bana yine laf sokma peşinde. Kadının yeni hamlesi işe bir buçuk saat önce gelip benim geç kaldığımı diğerlerine göstermeye çalışmak.

İçinde ne fırtınalar kopuyor tahmin etmesi zor değil. Nasıl olur da Teoman Bey'in asistanı olabilirmişim, ben toplantıdan ne anlarmışım, sorun olduğunda nasıl çözebilirmişim, iş seyahatlerini nasıl planlayabilirmişim, tek dille bunların üstesinden nasıl gelebilirmişim... Onun değil de Teoman Bey'in asistanı olmam fikrini bir aydır benimseyemedi. Hoş ben de pek benimseyemedim. O günden sonra Teoman Bey'i bir daha görmedim çünkü.

Ertesi gün detayları konuşuruz demişti, ben ertesi gün kahve makinesinin nasıl çalışacağını, fotokopilerin nasıl çekileceğini, biten kalemlerin ve ajandaların nereden alınacağını, bir şey döküldüğünde hizmetli ablayı nerede bulacağımı öğrenmiştim. Mail okumak şöyle dursun, ne yazdığını anlamak bile çok zordu benim için. Hem ben laboratuvarda olmalıydım. Asistanlık zaten istediğim bir şey değildi ki...

Fakat oraya girmek de imkansızmış. Kahve dedikodularının birinde duymuştum. Birisi ölmeden yerine yenisini almıyorlarmış. Alınan kişilere de gizlilik sözleşmesi imzalattırılıyormuş. Güvenlik kartlarıyla giriş yapılıp yabancı hiç kimsenin laboratuvara girmemesi için üst düzey güvenlik önlemleri alınıyormuş. Sanırsınız uzay üssü ama bir parfümün formulü de en az uzay kadar önemli tabii.

Zaten Teoman Bey'in kendisi de aslında çok nadir uğruyormuş iş yerine. O halde neden beni asistanı olarak seçti diye soruyorum ben de kendi kendime. Hayır, bana garezi var desem, tanımıyorum bile adamı.

"Bir asistan her zaman saatler öncesinde şirkette olur. Düzeni sağlar, yapılacakları ayarlar, toplantıları planlar..." Duyan da hepsini ben yapıyorum sanır. Kahvelerinizi masalarınıza getirmekten, saçma sapan işlere koşturmaktan ona zaman mı var Lale Hanım, diyemedim.

Geldiğimden bu yana şirketin genel havası değişse de, ben herkese yardımcı olmaya çalışsam da Lale Hanım benim başarısız, beceriksiz, bir işe yaramaz olduğumu yüzüme yüzüme sürekli vuruyordu. Adıma yazılmış onlarca şikayet, şahsıma yapılmış sözlü saldırı, dedikodu, iftira... Beni bitirmeye ant içmişti resmen.

Annemlere kalsa iş hayatını genç yaşımda tecrübe ettiğim için çok şanslıydım. Bana sorsanız iş hayatı psikolojisi bozuk, toplum içinde yer edememiş, ailesinde silik karakterli olan kişilerin kendini gösterdiği ve bir işe yaradığını anladığında da başkalarını ezdiği büyük bir platform. Açlık oyunları gibi. 'Zafer tek bir kişinin olacak!'

AŞKA TUZAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin