Fazla düşünmeden, acele ederek verdiğiniz bazı küçük kararlar hayatınızı büyük oranda etkileyecek sıkıntılar ortaya çıkarır.
--
Sıkıntıyla iç geçirerek ısıtıcıya su koydum ve bedenimi tezgaha yaslayarak cebimden telefonumu çıkardım. Uzun süredir matematik testi çözüyordum ve benim gibi birinin bile bir süreden sonra beyni yorulabiliyordu. Kısa bir mola vermeye karar vererek kahve içmenin iyi geleceğini düşünüp mutfağa gelmiştim.
Suyun kaynama sesi kulaklarımda yankılanırken telefonun ekran kilidini açtım ve mesajlara girdim. Az önce peşpeşe gelen bildirim seslerinin sebebi şimdi anlaşılıyordu, dört yeni mesaj vardı. Umursamaz gözlerle rehberde kayıtlı olmayan, tanımadığım bir numaradan gelen mesajları okumaya başladım.
"Nasıl hissediyorsun?"
"Umarım iyisindir :)"
"Bu arada ben Buğra"
"Şu an evinin önündeyim, sadece beş dakikalığına aşağıya inebilir misin? Görmeni istediğim önemli bir şey var."
Numaramı nasıl bulmuştu bu yavşak? Gerçi tüm geçmişimi öğrenen birisi için basit bir telefon numarasını öğrenmek çocuk oyuncağı olmalıydı. Gerçekten bu yaptığını anlayamıyordum, dünkü tartışmanın üstüne hangi yüzsüzlükle bana mesaj atabiliyordu? Tam olumlu düşünmeye başladığım, sinirlerimin yatıştığını hissettiğim sırada evimin önünde olduğunu söyleyerek her şeyi yeniden berbat etmişti. Hızlı bir şekilde cevap yazdım ve gönderdim.
"Yanına geleceğimi sanmıyorsun herhalde? Ayrıca ':)' şu iğrenç ifade benim gibi birine gönderilecek son şey."
Dakikalar geçmesine rağmen cevap gelmedi. Sonunda pes edip telefonu cebime attım ve kaynayan suyu siyah kupa bardağıma doldurdum. Kahve çıkarmak için dolaba yöneldiğim sırada telefonum cebimde titredi. Abartılı bir şekilde gözlerimi devirerek telefonu elime aldım ve gelen mesajı okumaya başladım.
"Annenle ilgili bir dosya buldum. Sanırım annenin ölümüyle ilgili bilmediğimiz şeyler var, seni yakından ilgilendiren bir konu. Annen hakkındaki hassasiyetini biliyorum o yüzden gelmek zorundasın."
Yazdıklarına inanamayarak tekrar tekrar okudum ve boş gözlerle ekrana bakmaya devam ettim. Cevap vermek yerine aceleyle mutfaktan çıktım ve direk dış kapıya doğru yöneldim. Tam elimi kapının kulpuna attığım sırada duraksadım ve düşünmeye başladım. Yalan söylüyor olabilirdi, bana zarar verebilirdi. Ya da gerçekten annem hakkında bir şeyler öğrenmişti. Şimdiye kadar çevremdeki herkes "O seni doğururken öldü." diyerek annemin ölümünü kestirip atmıştı. Belki de ortada benim bilmediğim dolaplar dönüyordu. Hem zaten Buğra dün yediği dayağın ardından bana zarar vermeye kalkışamazdı, işimi iyice sağlama aldığıma inanarak kapıyı açtım ve anahtarları delikten çıkararak hırkamın cebine koydum. Ayakkabılarımı ayağıma taktıktan sonra hızla kapıyı çektim ve merdivenlerden inmeye başladım. Kalp atışlarım hızlanmıştı, heyecanlanmıştım galiba. Söz konusu annem olunca değişiyordum, bu küçüklüğümden beri böyleydi. Geceleri hissetmeye çalıştığım bir kokusu veya kucağının sıcaklığı olmasa da kalbimde bir yeri vardı. Hem de kalbimin en güzel yerini anneme ayırmıştım.
Koşar adımlarla binanın çıkışına doğru yöneldim, bakışlarım son model bir arabaya yaslanmış bir şekilde beni bekleyen Buğra'ya çarptığında şaşırmıştım. Elinde dosya felan yoktu. Acaba eve geri mi dönmeliydim? Ah, hadi ama. Saçma kuruntularımın düşüncelerimi ele geçirmesine izin vermeyecektim, hızlı adımlarla Buğra'ya doğru ilerledim. Her zamanki gibi bana gülümsemiyordu, tam aksine gözlerinde tuhaf bir ifade vardı. Biraz hainlik, biraz da kurnazlık andıran tehlikeli bakışlar. Yanına vardığımda pis bir şekilde sırıtarak konuşmaya başladı.
"Ne yalan söyleyeyim, bu kadar çabuk oltaya geleceğini sanmıyordum. Zaten seni ancak annen söz konusu olduğunda kendi isteğinle ayaklarıma getirtebilirdim."
Dediklerinin üstüne cevap verme gereği duymadan hızlı adımlarla gerilemeye başladım, yüzüm hâlâ ona dönüktü.
"Hadi ama güzelim, korkmana gerek yok tabiki de sana zarar vermeyeceğim."
Bu kulaklarımın algıladığı son cümle olmuştu. Dediğinin ardından hızlı hareketlerle beni kolumdan tutup kendine doğru çekti ve elindeki kokulu bezi burnuma bastırıp bir süre yüzümde tuttu. Gittikçe algılarımın kapandığını hissedebiliyordum. Ne kadar bağırmaya, debelenmeye çalışsam da gücüm yetmiyordu, sanırım bayılıyordum.
*
Zorlukla araladığım göz kapaklarımın ardından başımı hafifçe kaldırıp etrafa bakınmaya başladım. Gördüğüm manzara karşısında ufak bir şoka uğramıştım, tam karşımda tavanda yan yana iplere asılı iki ölü beden vardı. İçimdeki korkunun varlığını hissedebiliyordum, ağzımdaki bant yüzünden doğru düzgün bir tepki de veremiyordum. Soğuk beton zeminin varlığını hissederek rahatsızca yerde kıpırdandım, el ve ayak bileklerim kalın iplerle demir sütunlara bağlanmıştı. Ellerimi oynatmaya çalışınca bantlı olmasına rağmen ağzımdan engelleyemediğim ufak bir çığlık çıktı. Bileklerimin morardığına emindim, ipler çok sıkı bağlanmıştı. Olduğum yerde tepinmek yerine hareketsiz kalmayı seçmiştim, ne kadar çabalasam da bir kesici alet olmadan bu iplerden kurtulamazdım.
Gözlerimi kapatıp umudu kestiğim anda boş depoda yankılanan kahkaha sesiyle kendime geldim. Birkaç saniye sonra Buğra'nın geldiğini anladım, yanıma yaklaştı ve eğilip ağzımdaki bantı çıkardı.
"Uyandığına sevindim."
"Adi herif! Karakterin bu-"
Yeniden eğilip eliyle ağzımı kapattı ve konuşmama fırsat vermedi.
"Doğrusu hakaret kelimeleri ağzına hiç yakışmıyor, seni buraya beni aşağılaman için getirmedim. Düzgünce konuşmak istiyorum."
Dediğinin üstüne iğrenç bir şekilde gülümseyip elini ağzımın üstünden çekti. Bir şey demek yerine nefret dolu gözlerle ona bakmaya devam ettim.
"Güzel. Aynen böyle sakin kal, ve dinle."
Birkaç adım ötede duran masanın üstündeki dosyayı alarak yüzüme doğru fırlattı.
"Baban olacak o şerefsiz varlığın ve annenin birlikte adım adım bütün ailemi yıkışının belgesi."
"Neyden bahsediyorsun?"
"Zamanı gelince dosyayı açıp kendi gözlerinle incelersin güzelim."
"Ruhsal problemleri olan manyağın tekisin!"
"Peki ya sen normal misin?"
Cevap vermeyişimin üstüne pis pis sırıtarak sağ eliyle karşımda asılı olan adamları işaret etti ve konuşmaya devam etti.
"Sen de arkadaşlarının yanına katılmak ister misin?"
"Onları tanımıyorum. Ve henüz beni neden kaçırdığını bilmiyorum. Sanırım birkaç ufak şeyi anlatmayı unuttunuz sayın psikopat bey."
İçimdeki korku ve endişeyi dışarıya yansıtmadığımdan emindim, başından beri alay edercesine konuşuyordum.
"Ailemin intikamını alıyorum. Yeterli oldu mu?"
"Cidden komiksin. Aradan neredeyse yirmi yıl geçti. İntikam almak yeni mi aklına geliyor?"
"O zamanlar çocuktum, küçücük ve kendini koruyamayan biri cinayet işleyemez veya adam kaçıramaz. Eskiden yapabildiğim tek şey içimdeki nefreti ve kini büyütebilmekti."
Hâlâ dediklerini idrak edemeyerek anlaşılmayan gözlerle ona bakmaya devam ettim. Kim olduğunu, ve beni neden kaçırdığını tam olarak bilmiyordum. Haliyle nasıl davranacağını ve vereceği tepkileri de çözemiyordum. Karşımda her an her şeyi yapabilecek bir ruh hastası duruyordu, galiba şimdi gerçekten de başım dertteydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhsal
Teen FictionBirbirlerinden güç alan iki ayrı ruha, iki ayrı bedene ve iki ayrı kalbe sahipti onlar. Bu olgular her ne kadar birbirlerinden ayrı olsa da, görünmez bir iple bağlanmışlardı sanki. Bedenleri sıkıca kenetlenen ve sonsuzluk vaat eden kalplere, ruhları...