Memurun dediği şey üzerine Gökhan kaşlarını çatarak "Böyle bir kanıya nasıl varabiliyorsunuz?" dediğinde, camın önünde dikilen ve her halinden acele etmek istediği belli olan adam, "Aracınızın plakası ihbar edildi, eğer inerseniz aracın içini arayacağız ve ihbarı yapan kişinin iddiasının doğru olup olmadığını göreceğiz." diyerek sıkılmış bir ifadeyle bakışlarını yeniden bana çevirdi. Gözlerimi kaçırmadan sert bakışlarla karşılık verdim, saniyeler sonra Gökhan'ın kararlı ses tonu arabanın içinde yankılandı.
"Arabamda uyuşturucu bulunmuyor. Madem istiyorsunuz," bakışlarını bana çevirdi ve devam etti. "O halde ineriz, siz de ihbarı yapan kişinin iddiasının gerçek olmadığını görmüş olursunuz."
Elimi kapının kulpuna attığımda, Gökhan çoktan inmişti arabadan. Ben de çok geçmeden indim ve yanına gittim, bir süre birlikte iki polis memurunun arabayı aramasını izledik. Birinin bagaja yöneldiği sırada Gökhan'a iyice yaklaşarak, fısıltıyla "Uyuşturucu yok, değil mi?" dedim. Suratındaki rahat ve gerginlikten hiç iz olmayan ifadeyle "Yok, emin olabilirsin." dedikten sonra güven verircesine bir kolunu omzuma atıp sanki mümkünmüş gibi kendisine daha yakın olmamı sağladı. Her ne kadar bu hareketine anlam veremesem de, içinde bulunduğumuz durumdan dolayı bir şey demeden bagajı kurcalayan polisleri izlemeye devam ettim. Saniyeler sonra her ikisi de suratlarındaki zafer ifadesine eşlik eden büyük paketlerle karşımıza dikildiler. Bakışlarımı Gökhan'a kaydırdığımda yüz ifadesindeki şaşkınlığı tanımlayacak kelime bulamıyordum. Kısa süreliği sessizliği bozan şey arabayı durduran memurun sesi oldu.
"Bizimle karakola geliyorsunuz."
Ve sonra, hiçbir şey demeden elindeki paketleri yanındaki memura verip beni Gökhan'ın kolunun altından çekti, daha ne olduğunu anlayamadan ellerimi kelepçeledi. Tepki vermesine fırsat vermeden aynılarını Gökhan'a da uygulayınca, "Onları başka birisi koymuş olmalı, benim hiçbir şekilde uyuşturucuyla alâkam yok." diyerek sitem etmeye başladı. Başka çare olmadığı için polis arabasına doğru ilerledik, kısa süre sonra kendimi arabanın içinde karakola doğru giderken bulmuştum. Olabildiğince sessiz bir şekilde yanımda duran Gökhan'a fısıldadım.
"Sana inanamıyorum," cümlelerimi tamamlamama fırsat vermeden kulağıma doğru eğilerek, "Onların bagaja nasıl girdiği hakkında hiçbir fikrim yok, babamı arayacağım." dedi ve geriye doğru yaslandı. Cevap verme gereği duymadan bakışlarımı önce ellerimdeki kelepçeye, sonra da güneş ışıklarının ardından cama yansıyan silüetime diktim. Dakikalar sonra araba durmuştu, artık camın ardından gördüğüm şey büyümeye yüz tutmuş küçük ağaçlar değil kocaman bir binaydı. Memurlardan biri beni, diğeri de Gökhan'ı indirdikten sonra hızlı adımlarla binanın girişine doğru ilerledik, çok geçmeden sorgu odasındaki sandalyelere oturtulduk. Şu filmlerdeki klasik sorgu odalarından birindeydik, önümüzdeki masanın ardında oturan çatık kaşlı bir memur ve loş ışık eşliğinde Gökhan konuşmaya başladı.
"Avukatımı arayacağım," dediğinin üzerine adam alayla sırıtarak "Ara o halde." diyerek sandalyesinde geriye doğru yaslandı. Ellerimizden kelepçeleri çıkarmışlardı, Gökhan cebinden telefonunu çıkardı ve Murat Haznedar'ı aradı. Kısaca durumu açıklarken nedensizce baba kelimesini kullanmamaya özen gösteriyordu, memurun sert bakışları altında telefonu kapattığında yeniden cebine koydu.
"Uyuşturucuyu hem kullanıp hem de pazarlıyorsunuz herhalde," sinir bozucu adam Gökhan'ın alçıdaki koluna bakarak devam etti. "Şu hale bak, vücudunuz iflas etmenin eşiğinde sanki."
Başından beri konuşmuyordum ama dediği şey üzerine ağzımdan dökülen birkaç kelimenin çıkmasını engelleyemedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhsal
Teen FictionBirbirlerinden güç alan iki ayrı ruha, iki ayrı bedene ve iki ayrı kalbe sahipti onlar. Bu olgular her ne kadar birbirlerinden ayrı olsa da, görünmez bir iple bağlanmışlardı sanki. Bedenleri sıkıca kenetlenen ve sonsuzluk vaat eden kalplere, ruhları...