Tam umudunuzu yitirdiğiniz anda karşınıza çıkan yeni bir ışık, size hayatınızı bahşedebilir.
--
Buğra'nın sırtını yumruklamaya çalışıyordum ama hiç etkilenmiyormuş gibi görünüyordu, aslında pek fazla kasları da yoktu. Nasıl böyle dayanıklı kalabildiğini anlayamıyordum.
"Gücümü kaslarımdan değil nefretimden alıyorum, dayanıklılık seviyem nefretimin büyüklüğünü gösteriyor."
Şaşkınlıkla gözlerim açılırken yüzümün aldığı hali görmediği için şükrediyordum, sırtından aşağıya sarktığım için yüzümü görmesi pek mümkün değildi. Düşüncelerimi mi okumuştu?
"Ne düşündüğümü nasıl hissedebildin?"
Yüzünü göremesem de piç gibi sırıttığını tahmin etmem zor olmadı.
"Düşünce okuma gibi bir yeteneğim yok, sadece içimden geldiği için söyledim. Bileklerinin bağlı olmasına rağmen vurduğun sert darbelere karşı nasıl tepkisiz kaldığımı merak etmiş olabileceğini düşündüm."
Ellerim bağlı olmasaydı onu buradaki ağaçlardan birine bağlayıp ölesiye dövdükten sonra yakardım. Gerektiği zaman içimdeki sadisti ortaya çıkardığımı biliyor olmalıydı ki başından beri ona zarar vermemi engellemek için ellerimi bağlı tutuyordu.
Sıkıntıyla iç geçirerek pes edercesine ellerimi aşağıya doğru sarkıttım ve tüm ağırlığımı Buğra'nın üzerine bıraktım. Ormanlık alan oldukça büyüktü, sanırım bahsettiği yola çıkmamız için uzun bir süre daha yürümesi gerekiyordu. Şimdiye kadar olanlar aklımı kurcalamıştı, düşünmeden edemiyordum. Galiba telefonumun sinyalinden yerimizi bulmuşlardı. Anneannem ve büyükbabam dışında beni arayan başka kimse yoktu, büyük ihtimalle bana ulaşamayınca eve gelmişlerdi. Haliyle evde olmadığımı gördüklerinde direk polise gitmişlerdi çünkü benim gezmekten nefret eden bir insan olduğumu ve haftasonlarını evde ders çalışarak geçirdiğimi biliyorlardı. Ayrıca bugün günlerden cumartesiydi, ve her cumartesileri anneannem mutlaka bir ara uğrayıp pişirdiği fındıklı kurabiyelerden bana bırakırdı. Her ne kadar ona tatlı şeylerden nefret ettiğimi söylesem de kurabiyelerini çok sevdiğimi biliyordu. İkisine de minnettardım, beni bulduklarından beri ellerinden gelenin fazlasını yaparak benimle ilgilenmişlerdi. Bazen ileri gidip kendimi tutamadığım anlarda söylediğim onur kırıcı ve aşağılayıcı sözlere rağmen yanımda olmuşlardı. Ama bu annemi evlatlıktan reddedip duyarsız davranarak tek başına bırakmaları ve benim varlığımdan yıllarca habersiz yaşadıkları gerçeğini değiştirmiyordu.
Oflayarak yerdeki otlara bakmaya devam ettim, neredeyse yarım saat boyunca yürüyordu ve artık başım dönmeye başlamıştı. Tam konuşacağım sırada durdu ve beni yere indirdi. Ayaklarımın yere değdiği ilk an afallasamda bir kaç saniye sonra dengemi buldum. Tam kendi başıma yürüyeceğim sırada fırsat kaybetmeden kolumdan tuttu ve toprak yolun üstündeki siyah bir arabaya doğru çekiştirmeye başladı.
"Burada kaçabileceğim hiçbir yer yok. Artık kolumdan çekiştirmeyi keser misin?!"
Dediğimi duymamazlıktan gelerek hızla ilerlemeye devam etti ve arabanın yanına gelince arka kapıyı açtı. Binmemi sağladıktan sonra kendi de yanıma oturdu ve kapıyı kapattı. Motorun çalışma sesiyle birlikte hareket etmeye başladık. Buğra koltukta iyice yayılıp arkasına yaslandıktan sonra elini sıkıntıyla saçlarını götürdü ve konuşmaya başladı.
"Kapıları kilitle, küçük kızımız biraz yaramaz."
Dediğinin üstüne kapıların kilitlenme sesi geldi, bende sıkıntıyla başımı arkaya doğru yasladım ve gözlerimi kapattım. Biraz kafa dinlemeye ihtiyacım vardı. Kendimi sessizliğe iyice teslim etmiştim, göz kapaklarımı kapattığımda hiçbir şey görmüyordum ve evdeki en rahat koltuğumda oturuyormuşum gibi hissediyordum. İyice dalmışken kulağıma çarpan konuşma sesleri kurduğum kısa ömürlü küçük dünyayı yıkmıştı. Gözlerimi açmadan dinlemeye başladım.
"Şu yol ayrımından sola sap."
"O yol kapalı."
"Kapalı değil, dediğimi yap."
Bu ses bir yerlerden tanıdık geliyordu, sanki birini andırıyor gibiydi ama tam çıkaramıyordum.
"Buğra bu yol kapalı."
"Ulan kapalı değil diyorum sen gir, araba biraz zorlansa da ilerleyebiliyor."
Arabayı kullanan kişi sıkıntıyla iç geçirdi ve sürmeye devam etti. Arabanın sallanması üzerine gözlerimi açtım ve pencereden dışarıya bakmaya başladım. Çok sık ağaçların olduğu bir yerdeydik ve galiba arabanın sallanmasına neden olan şey de üstünden geçtiğimiz tahta parçalarıydı. Ağaçlar o kadar büyük ve sıktı ki gökyüzünü görmemi engelliyordu. Dakikalar boyunca ağaçları seyrettim, sonunda araba durdu ve Buğra kapıyı açarak aşağıya indi. Hemen peşinden beni de sürükledi, direnmeden indim. Arabadan uzaklaşırken sesini yükselterek hâlâ adını bilmediğim kişiye seslendi.
"Arabayı iyi bir yerlere sakla, burada hiç insan olmadığına eminim ama işimi sağlama almam gerek."
Kısa bir yürüyüşten sonra az önce geçtiğimiz yerdeki ağaçlara göre çok daha az ve seyrek ağaçların bulunduğu bir yere gelmiştik. Çok küçük bir kulübe görüyordum, içinde en fazla iki oda olabilirdi. Buğra'nın çekiştirmesine fırsat vermeden yanında yürümeye başladım, hâlâ kolumu tutuyordu ama hiç değilse sürüklemiyordu. Kapının önüne geldiğimizde bile kolumu bırakmadı ve tek eliyle biraz zorlayarak tahta kapıyı açtı. Kapı açılır açılmaz yüzüme çarpan toz bulutuyla öksürmeye başladım. Öksürürken duraksamak zorunda kalmıştım ve Buğra denilen gereksiz varlık beni yeniden çekiştirmeye başlamıştı. Oflamama fırsat vermeden beni bir sandalyenin üzerine oturttu ve ayaklarımı bağladı. Tam hiçbir şey demeden çıkıp gidiyordu ki bir anda duraksadı ve yerdeki ipi alarak belime dolamaya başladı. Harika. Resmen bedenimle sandalyeyi bütünleştirmişti.
"Abartma istersen."
"İşimi sağlama alıyorum."
Bağlamayı bitirdikten sonra hiçbir şey demeden hızlı adımlarla kulübeden çıktı, ipler şimdiden rahatsızlık vermeye başlamıştı. Gereğinden fazla sıkı bağlamıştı ve en ufak bir kıpırdanışımda bile iplerin varlığıyla acı hissediyordum. Bütün amaçlarımı, hayallerimi ve umutlarımı kendi karanlığımda yetiştirip aydınlığa çıkarırken aniden üstüme kara bulut gibi çöken Buğra yüzünden amaçlarımı ve gelecek hayallerimi yeniden gün yüzüne çıkarmam pek mümkün olmayacakmış gibi görünüyordu. Ölmek istemiyordum, mücadeleye hazırdım. Bir kaçış planı yapacak ve buradan kurtulacaktım, Buğra'dan daha zeki ve stratejik hareket edebileceğime inanıyordum. Tüm bunların arasında yeniden aralanan kapının ardından gelen biri düşüncelerimi böldü. Başlarda Buğra sanmıştım ama bana yaklaşınca yüzü belirmeye başlamıştı, iyice yanıma geldiğinde aniden durdu ve şaşkınlıkla gözlerimin içine bakmaya başladı. Bir kaç saniye anlamsız gözlerle suratını inceledim, boynundaki çizikleri görmemle konuşmam bir oldu.
"Altan?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhsal
Teen FictionBirbirlerinden güç alan iki ayrı ruha, iki ayrı bedene ve iki ayrı kalbe sahipti onlar. Bu olgular her ne kadar birbirlerinden ayrı olsa da, görünmez bir iple bağlanmışlardı sanki. Bedenleri sıkıca kenetlenen ve sonsuzluk vaat eden kalplere, ruhları...