21. Bölüm

2.6K 162 6
                                    

Gözlerimi açtığımda karşımda duran soluk renkli siyah duvara özlemle baktım, benim için çok şey ifade ediyordu bu eski ve yıpranmış tuğlalardan oluşan yığın. Yatağımda rahatsızca kıpırdanmamla üzerimde hâlâ dünkü kıyafetlerimin olduğunu fark ettim. Usulca yerimden doğruldum, midemin bulandığını hissedince sol elimi karnımın üzerine koydum ve dudaklarımdan çıkan küçük bir inlemeye engel olamadım. Daha önce de midem bulanmıştı ama bu çok farklıydı, midem içeride yüksek şiddetli bir depreme ev sahipliği yapıyormuşçasına sallanıyordu sanki. Sanırım en nefret ettiğim şey bulantıydı, kusmaktan iğreniyordum. Midemin bulanması yerine bıçaklanmayı tercih ederdim, hiç değilse o zaman keskin bir acıdan başka bir şey hissetmezdim. Ama midem bulanınca hissettiğim şey acı bile değildi, tüm vücudum alt üst olmuş gibi oluyordu ve bu oldukça rahatsızlık vericiydi. Boşta kalan elimle yataktan destek aldım ve ayaklarımı gri parkelerime bastım. Biraz daha güç alıp tam olarak ayakta durduğumda beynimin pelteye döndüğünü sandım bir an, sağ elimi yavaşça başımın üzerine koyup ilerlediğimde gözlerim karardı birkaç saniyeliğine. Aşırı yorgun olduğum zamanlarda hep olurdu bu; çok az veya çok fazla uyuduğumda yere ilk ayak bastığım an gözlerim kararır, görüntü koyulaşır ve bulanıklaşırdı. Sonra bana en yakın olan koltuğa uzandığımda her şey eskiye dönerdi. Ayaklarımın isyan edercesine bağırmasını umursamadan yürümeye devam ettim, her an düşebilirdim. Sol elimi karnımın üzerinden çekip duvara dayadım ve durup biraz soluklandım. Soluk borumu sıkan güçlü bir el vardı sanki boğazımda, bu ister istemez bir şeyleri zorlaştırıyordu. Güçsüzce yere çökerken ağzımın ve dudaklarımın kuruluğuyla rahatsız oldum. Bünyem çok zayıftı, enerji almamı sağlayacak bir şeyler yapmadığım zaman hemen hastalanıyordum. Sanırım bunun sebebi dün boğazımdan bir bardak su dışında hiçbir şey geçmemesindendi. Üstüne bir de saatlerce aralıksız yürümem eklenince iyice halsizleşmiştim. O kadar şeyin arasında yemek yemeyi unutmuştum, sağ elimi de başımın üzerinden çekip her iki elimle duvardan destek alarak ayaklandım. Her ne kadar midemin bulantısı ve vücudumun her yanında hissettiğim ağırlık, uyuşukluk devam etse de zorlanarak kendimi mutfağa attım. Anneannem ortalarda görünmüyordu, ağır çekimdeymişim gibi başımı kaldırıp duvardaki saate baktığımda akrebin henüz yediyi gösterdiğini gördüm. Tahminimce gece iki gibi gelmiştim eve, Gökhan'la saatlerce gökyüzünü seyrederek sohbet etmiştik. Sanırım bu ciddi anlamda ettiğim ilk sohbetti, önce konu Gökhan'ın şu 'ulaşılmaz' dediği aşkından açılmıştı, ona geçirdiğimiz gençlik döneminin ve henüz içimizdeki yeşermemiş olgunluk ağacının etkisiyle hissettiklerinin aşk değil geçici bir hoşlantı olduğunu uzunca açıklamıştım, sonrasında konu günlük yaşantıya ve hobilerimize kaymıştı. Boksu sevdiğimi söyleyince bana üniversite sınavına hazırlandığı sırada gittiği ve hâlâ da gitmeye devam ettiği bir dövüş kursundan bahsetmişti ve istersem bir gün beni oraya götürebileceğini söylemişti. Her ne kadar beynim "Sadece erkeklerin bulunduğu bir salonda sert bir eğitim almaya henüz hazır değilsin." dese de sonunda kabul etmiştim. Ağacın altından ayrıldığımızda benimle eve kadar yürümüş, ben binaya girince parka geri dönmüştü. Eve geldiğimde istemsizce çıkan kapının kilit sesiyle de anneannem uyanınca bu sabah tüm ruhumu gömdüğüm kuştüyü yastığımda bulmuştum kendimi.

Tüm bunları düşünürken raftan aldığım küçük bardağa musluktan ılık su doldurmuştum. Aşırı susamanın verdiği istekle bulantımı umursamadan tek dikişte içtiğim su, mideme hızla çarpmıştı ve bulantıyı şiddetlendirmişti. Midemin durumuna lanetler yağdırarak buzdolabına yöneldim, gözüme çarpan birkaç dilim kıymalı böreği düşünmeden aldım ve aceleyle çiğneyerek bütün bütün yuttum lokmalarımı. Bir dilimi bitirdikten sonra yeterli olduğunu düşünerek mutfaktan çıktım. Bulantım hâlâ geçmemişti ama, az önceki kadar da şiddetli değildi. Titreyen vücudumu zorlayarak oturma odasına yöneldim, daha öncelerden de yemek yemeye ve su içmeye fırsat bulamayacak kadar ders çalıştığım ve aşırı yorgun olduğum zamanlarda da olduğu için bu durumu pek umursadığım söylenemezdi. Odaya girince gözüme çarpan en büyük koltuğa yayılıp elimi sehpanın üzerinde duran kumandaya uzattım, beklemeden klimayı açtım. Biraz serinlemek rahatlatıcı olabilirdi, derecesini on sekize ayarladıktan saniyeler sonra sağ elimden yere düşen kumanda, iyice halsizleştiğimin belirtisiydi. Zihnimi klimanın üzerime esen havasıyla arındırıp boşaltmaya çalışarak gözlerimi kapattım, ve çok geçmeden vücudumun sahip olduğu beş saatlik uykunun daha fazlasını istemesinin ve güçsüzlüğümün de etkisiyle kendimi uykunun soğuk kollarına bırakarak tüm somut ve soyut kavramlardan arındım.

RuhsalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin