Multimedia: Gökhan Haznedar
Önemsemediğinizi sandığınız kişilerin değerini, kaybedince anlarsınız.
--
Gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk şey karşımdaki soluk, siyah duvarlar olmuştu. Bunun verdiği huzurla uzandığım yerden doğruldum, yatağın üzerinde oturur pozisyona geldim ve kollarımı iki yanıma açarak gerindim. Birkaç saniye şükür dolu bakışlarla odamı izledikten sonra yataktan atlayıp küçük balkonumun camını açtım. Bakışlarım gri bulutların esir aldığı, çelik mavisine bürünmüş gökyüzünü bulduğunda özgürlüğün ruhuma işlediğini hissettim. Dün gece eve geldiğimde sabah olmak üzereydi; kapıdan girer girmez direk yatağıma koşmuş, günlerin yorgunluğunu çıkarırcasına saniyeler içinde uyuyakalmıştım.
Burnuma gelen tuhaf parfüm kokusuyla burnumu kırıştırdım, kokunun kaynağını bulmaya çalışırken bakışlarım üzerimdeki tişörte kaydı. Yorgunluktan üzerimdekileri çıkaramadan uyuyakalmıştım, vakit kaybetmeden balkondan çıkıp dolabıma doğru yöneldim. Tişörtü ve eşofmanı düzgün bir şekilde katlayıp diğer dağınık kıyafetlerimin yanına yerleştirdim. Siyah, gri ve lacivert renklerinden oluşan pandalı pijama takımımı gördüğümde sevinçle diğer kıyafetlerin yanından alıp gürültüyle dolabın kapağını kapattım. En rahat pijamalarım bunlardı, genelde haftasonları giymek için saklardım ve iki gün boyunca üzerimden çıkarmazdım. Hızlı hareketlerle giyindikten sonra dün geceden beri ıslak bir şekilde toplu olan saçlarımı açtım, köklerindeki gevşemeyle ayrı bir rahatlamıştım. Elimdeki tokayı odanın içinde rastgele bir yere fırlatıp yeniden kendimi yumuşak yatağıma bıraktım, kaz tüyü yastığıma başımı gömerken sırtıma batan bir şeyle rahatsız oldum. Elimle sırtımın altını yokladığımda düneyin Murat denilen adamın verdiği kartı gördüm, arabadan inerken numaramı kaydetmesi için ona mesaj atmamı söylemişti. Kimseye olmadığı gibi ona da güvenmiyordum. Her ne kadar samimi tavırları ve babama sadakati olsada bir türlü kanım kaynamamıştı, zaten her Murat Amca dediğimde tuhaf hissediyordum. Sıkıntıyla yataktan kalkıp kitaplığıma yöneldim, oranın üzerindeki kutunun içinde eski bir telefon ve sim kartı vardı. Telefonumun başına bir şey gelirse iletişimim kesilmesin diye büyükbabam "Zorda kalırsan yeni bir telefon alıncaya kadar kullanırsın, anneannen ve bana çok faydası oldu." diyerek vermişti. Aceleyle sim kartı telefona takıp hızlı hareketlerle kartta yazılı olan numarayı Murat Haznedar adıyla kaydettim, kısa bir mesaj gönderdim ve telefonu masamın üzerine koydum. Şimdi gönül rahatlığıyla uyuyabilirdim, yarın sabaha kadar uyanmamayı planlıyordum.
Yeniden yatağa atlayıp kafamı yastığa gömdüğüm sırada telefonumun titremesiyle iç geçirdim, dinlenmeme fırsat tanımıyorlardı. Söylenerek yataktan kalktım, bir kalk bir uzan serseme dönmüştüm. Masamın üzerindeki telefonu aldıktan sonra sandalyeme oturdum; Murat Haznedar arıyordu, önemli olabilir diye mecburen açıp telefonu kulağıma koydum.
"Efendim?"
"Uyandırdıysam özür dilerim Başak, önemli olmasa aramazdım. Mesajını görür görmez fırsat kaybetmeden haberlendireyim dedim, emniyettekilerin ifadeni almaları gerekiyormuş. Her ne kadar gelemeyecek kadar yıpranmış olduğunu söylesem de dinlemediler. Benim büroda işlerim var, Gökhan'ı seni alması için gönderiyorum."
"Gerek yok, kendim de gidebilirim."
"Olur mu öyle şey, hâlâ tehlike altındasın. Dediğimi ikiletme lütfen, Gökhan yarım saate kadar orada olacak."
"Pekâlâ," ısrar etmemin anlamı yoktu, derin bir nefes alarak devam ettim.
"Her şey için teşekkür ederim, hoşça kalın."
"Görüşürüz kızım, kendine dikkat et."
Kapandıktan sonra dudak bükerek telefonu bir köşeye attım, pijamalarımı çıkarmayı hiç istemiyordum ama bu halde karakola gidemezdim. Yavaş hareketlerle ayağa kalkıp dolabımdan bir tişört ve pantolon çıkardım. Aynı yavaşlıkla giyindikten sonra saate baktım, Gökhan'ın gelmesine daha yirmi dakika vardı. Diğer telefonum olsa beklerken Asphalt 8 oynar, sıkılmazdım. Malesef gözümün önündeki milattan önce kalma tuşlu telefonla bu pek mümkün olmuyordu. Doğru düzgün dışarıya çıkabildiğimde yapacağım ilk şey kendime yeni bir telefon almak olacaktı, böyleleriyle idare etmek zor oluyordu. Gözlerim etecerimin üzerindeki test kitabına kayınca pis denilebilecek şekilde sırıttım, bu yirmi dakika boyunca birçok problemin üstesinden gelebilirdim.
"Görelim bakalım, denklemler mi yaman Başak mı yaman?" diyerek etecerime yöneldim ve her zamanki gibi en zor testlerden birini açarak soruları şakır şakır çözmeye başladım. Çözmek zorunda olduğum, sinir bozucu problemleri bile özlemiştim. Özellikle de cebirleri...
*
Hızla merdivenlerden inerken basamakları bile özlediğimi fark ettim. Bunca şeyin yokluğunu kısa bir süre ayrı kaldığımda bile hissediyor ve özlüyorsam, Buğra'yla daha fazla vakit geçirmek zorunda kalsaydım ne yapardım bilmiyordum. Sonunda zemin kata ulaştığımda eğilip ayakkabılarımın bağcıklarını elimde topladım, bağlamakla uğraşmaktansa ipleri ayakkabının içine sıkıştırmak daha cazip geliyordu. Hızlı adımlarla apartmandan çıktım, karşımda ifadesiz bir şekilde beni izleyen Gökhan'ı görünce vakit kaybetmeden yanına doğru ilerledim. Bir şey demeden gözleriyle arkasındaki arabaya binmemi işaret etti, ikiletmeden arabaya doğru yöneldim ve ön koltuğa geçtim. Saniyeler sonra çalışan motorun sesi kulaklarımı doldururken arabanın içini inceliyordum. Son günlerde birden fazla farklı marka ve modellerde lüks arabalarla iç içeydim, ve arabalara ilgi duyan biri olarak bu hoşuma gidiyordu.
Karakola varana kadar Gökhan tek kelime bile etmemişti, doğrusu işime gelmişti çünkü konuşmaktan hoşlanan biri değildim. Arabadan inince birlikte büyük binanın girişine doğru ilerledik, buraya ilk defa geliyordum. Gökhan her yeri avucunun içi gibi biliyordu sanki, önümden yürüyerek bana yol gösteriyordu. Asansöre binip ikinci kata çıktık, Gökhan birkaç polis memurunun yanına beni bıraktıktan sonra zemin kattaki bekleme koltuklarına dönerek beni orada bekleyeceğini söyledi, ben de yanımdaki memurlarla sorgu odasına indim. Yaklaşık on beş dakika süren bir ifadenin sonunda gülümseyerek gidebileceğimi söylediklerinde rahatlamıştım. Her ne kadar suçlu olmasam bile o ortam beni germişti, kasvetli ve insanın huzursuzlanmasını sağlayan bir yerdi.
Adımlarımı sıklaştırarak uzun koridorda yürümeye devam ettim, merdivenlerle girişe indikten sonra elinde telefonu ve gergin yüz hatları eşliğinde beni bekleyen Gökhan'ın yanına doğru ilerledim. Beni görünce ayaklandı.
"Nasıl geçti?"
"Fena değildi," cevabımın üzerine direk kapıya yönelince onu durdurdum. "Biraz bekler misin, anneannem ve büyükbabamla konuşmam gerekiyor."
Bu kadar olayın üstüne onları aramasam olmazdı, ifademi verirken aklıma gelmişlerdi. Gökhan onaylarcasına başını sallayıp yeniden koltuğa oturdu, ben de ondan biraz uzaklaşıp cebimden telefonumu çıkardım ve anneannemi aradım. Uzun bir süre çaldıktan sonra açıldı, karşı taraftan ses gelmiyordu; ta ki ben konuşana kadar.
"Anneanne?"
"Başak!"
"Ben iyiyim, merak etmeyin."
Uzun süre boyunca devam eden bir sessizliği hıçkırık sesleri bozdu.
"Başak..."
"Efendim?"
"Büyükbaban... Kalp krizi geçirdi."
Ağlaması iyice şiddetlenmişti, kelimeler boğuk çıkıyordu.
"Günlerdir yoğun bakımda. Lütfen gel," yine bir hıçkırıktan sonra devam etti.
"Sana ihtiyacımız var."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhsal
Teen FictionBirbirlerinden güç alan iki ayrı ruha, iki ayrı bedene ve iki ayrı kalbe sahipti onlar. Bu olgular her ne kadar birbirlerinden ayrı olsa da, görünmez bir iple bağlanmışlardı sanki. Bedenleri sıkıca kenetlenen ve sonsuzluk vaat eden kalplere, ruhları...