Ruhsal acı, benliğinizde fiziksel acıdan çok daha derin izler bırakır.
--
Anneannemin sesi, derinden gelen hıçkırıkları sürekli beynimin içinde yankılanıyordu; zaman ve mekan kavramını kaybetmiş gibiydim. Ne oldu, ne bitti hatırlamıyordum. Başımda korkunç bir ağrı vardı, dinlenmek için kapattığım gözlerimi zorlukla araladım. Sanırım uyuyakalmıştım. Bir arabanın içindeydim, Gökhan yanındaki koltukta rahatsızca kıpırdandığımı görünce başını çevirdi ve ifadesiz bakışlarla birkaç saniye yüzümü inceledi.
"Nasıl hissediyorsun?"
"Berbat," başımı geriye attım ve elimi saçlarımın arasından geçirerek devam ettim. "Nereye gidiyoruz?"
"Anneannenle konuşamadın, bir an kilitlendiğini görünce telefonu elinden aldım ve bulundukları hastanenin adını öğrendim."
"Ve şimdi de oraya gidiyoruz."
Dediğimin üzerine gözlerini yoldan ayırmadan sıkıntıyla iç geçirdi, ben de başımı dizlerime eğip saçlarımı avuçlarımın içine aldım. Hiçbir şey hissetmek istemiyordum, ama hissiz kalmayı da bir türlü beceremiyordum. Kısa bir süre sonra araba durdu, Gökhan'ın soğuk bir sesle "Geldik," demesi üzerine başımı kaldırıp camdan etrafımı izlemeye başladım. Hastane binasının dışında olmamıza rağmen iğrenç atmosferini hissedebiliyordum. Yavaş hareketlerle elimi kapının kulpuna attım, ineceğim sırada Gökhan kaba sayılabilecek bir şekilde kolumdan tuttu ve inmemi engelledi. "Ne yapıyorsun?" dercesine ona bakınca beni biraz daha içeri çekip kapıma doğru uzandı ve kapattı.
"İstersen arabada bekle," yüzündeki soğuk ifade yerini gerginliğe bırakıyordu. "Onlarla pek iyi geçinemediğini duydum, ben büyükbabanın nasıl olduğunu öğrenip gelirim."
Cevap vermeme fırsat vermeden devam etti.
"Enkaz gibi hissettiğine eminim, suratına bir bak." diyerek yukarıdaki güneşliği indirip yanındaki aynayı açtı, yüzümü incelerken çizgiler oluşmuş ve morarmış gözaltlarımı fark ettim. Dudaklarımınsa rengi gitmiş, adeta tenimle bütünleşmişti.
"Hayır. Ne olursa olsun, onlar benim annem ve babam sayılır. Ve şu an bu durumdalarsa, bu kesinlikle benim suçum. Büyükbabamın genetik bir kalp hastalığı var; anneannem bu yüzden ona elinden geldiğince iyi bakıyor, kötü şeyler yaşatmamaya çalışıyordu. Benim öldüğümü sanınca rahatsızlanmış olmalı."
"Pekâlâ, o halde gidelim."
Derin bir nefes aldım ve ağzımdan sinirle dökülen kelimelerin çıkmasına engel olamadım.
"Sen gidebilirsin."
Dediğimin üstüne umursamazca omuzlarını silkip arabadan indi, peşinden kapımı açıp beni de indirdi.
"Gidebilirsin demiştim, kimsenin sana ihtiyacı yok."
Beni duymuyormuş gibi davranıyordu, kolumdan sürükleyerek hastane binasına doğru ilerlemeye başladı. O an Buğra'yı ve beni sürekli peşinden sürükleyişini hatırladım, gözlerim sağ bileğimdeki tırnak izlerine takıldı.
"Hey," gitgide daha da sinirleniyordum. "Kolumu bırak!"
Aniden durdu ve beni kendine çevirdi.
"Başından beri kibar davranmaya çalışıyorum, sırf babanın hatrı için. Sen de biraz kibarlaşsan diyorum? Yanında durmaya meraklı değilim, babam yanından ayrılmamamı söylemişti."
Bir şey demeden yürümeye devam ederken sessizce mırıldandım, "Babasının sözünden çıkmayan minik oğlan."
Arkamdan yürürken seslendi, "Bir şey mi dedin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhsal
Teen FictionBirbirlerinden güç alan iki ayrı ruha, iki ayrı bedene ve iki ayrı kalbe sahipti onlar. Bu olgular her ne kadar birbirlerinden ayrı olsa da, görünmez bir iple bağlanmışlardı sanki. Bedenleri sıkıca kenetlenen ve sonsuzluk vaat eden kalplere, ruhları...