Müziğin sesini ne kadar açarsanız açın, vicdanınızın sesini kısamazsınız.
--
Gerçek duygulara sahip bir kalbin engelleyemediği tarafıydı vicdan, aynı benim bazı duygularımı hissetmeyi engellediğim ama vicdanımı susturamadığım gibi. Hissetmek üzere olduğum tüm duyguları yok etmeye çalışırken vicdanımın bağırışlarını bastıramıyordum. Ve açıkçası bu, acı veriyordu. Altan, adını bile bilmediğim bir yabancı ve büyükbabam... Hepsi benim sayemde yaşamlarını yitirmişti, Altan ve diğerinin bunda kendi payları olsada büyükbabamın hiçbir etkisi yoktu. Büyükbabam ölmüştü, ve bunu diğerleri gibi dolaylı yoldan değil de doğrudan ben sağlamıştım. Kalbim diğer iki kişiyi umursamayacak kadar değersiz görürken büyükbabama vicdanımı harekete geçirecek kadar çok değer veriyordu. Aradan bir ay geçmesine rağmen, dışarıya pek yansıtmasam da hâlâ geceleri vicdanımın acı sesi kulaklarımı uğuldatıyordu. Bir ay boyunca yaptığım hiçbir işe kendimi verememiştim, sanki beynim bedenimi hareket etmeye komutlamıştı ama ruhumu bedenimden bağımsız bırakmış gibiydi. Hissizdim. Hissizdim ama, susmak bilmeyen bir vicdanım vardı. Ders çalışırken, kitap okurken, uyurken, yürürken bile engelleyemiyordum içimde kopan fırtınaları, tüm duygularımı önüne alıp esen rüzgarı... Müziğin sesini ne kadar açarsam açayım bastıramıyordum vicdanımın feryatlarını. Yaşamadan anlayamıyormuş insan, öncelerden ömür boyu vicdan azabı çektiğini iddia eden insanların aptal olduğunu düşünürdüm. Ve şimdi ben, kendimce alay edilecek bir konuma düşmüştüm. Her ne kadar ilk günlere oranla daha az aklıma gelse de, hiç kalbimden çıkmıyordu büyükbabam. Ona ettiğim hakaretleri, haksızlıkları ve onun bunca şeye anlayış gösterdiğini her hatırladığımda anneanneme daha fazla kıymet veriyordum.
Önümdeki ders kitabına bakarken daldığım tatsız ve sonu olmayan düşüncelerden buz gibi soğuk, uyuşuk bir sesle sıyrıldım. Bakışlarım odamın kapısında, elinde bir tabak fındıklı kurabiye ve en sevdiğim kupa bardağımdaki kahveyle duran anneannemi bulduğunda gülümsememek için direnen dudaklarını zorla yukarıya doğru kıvırmaya çalıştığının farkına vardım.
"Al kızım, günlerdir bir şey yemiyorsun. Ama kahveyle favori kurabiyelerini bir arada görünce reddedemeyeceğini düşündüm."
Çalışma masamdan destek alarak sandalyemden kalktım, anneannemin ellerinden kurabiyeleri ve kahveyi alarak masamın üzerine koydum. Yeniden yarım yamalak bir şekilde gülümsedi bana, tam kapımı kapatıp gideceği sırada kolundan tuttum ve boğazımı temizledikten sonra pürüzlü çıkacağına emin olduğum sesimle konuşmaya başladım.
"Anneanne, birkaç dakika konuşabilir miyiz lütfen?"
"Tabi."
"Böyle ayakta olmaz," diyerek onu odamın içine çektim ve yatağıma doğru yönelmesini sağladım. "Otur lütfen."
Oturmasını sağladıktan sonra ben de yanında bağdaş kurdum ve saniyeler süren sessizliğin ardından yeterince cesaretimi topladığıma inanıp anneanneme haftalardır söylemeye çekindiğim şeyi dile getirdim.
"Büyükbabamı benim yüzümden kaybettik, değil mi?"
Hiç zorlanmıyormuş gibi yukarıya kıvrıldı ince dudakları, gülümsemesinin sıcaklığı tüm suratına yayıldığında konuşmaya başladı.
"Vicdan azabı çektiğin ve hep kendini suçladığın o kadar belli oluyor ki, bakışlarından veya ifadesizliğinden bunu pek dışarıya yansıtmasan da uyurken sayıklıyorsun şu son gecelerde; 'Seni seviyorum büyükbaba, özür dilerim' diye. Seni gördüğüm ilk anı hatırlıyor musun? Büyükbabanın ve benim sıcak bakışlarına karşılık tiksinircesine bakmıştın suratımıza. O zamanlar tüm bu güçlü ve korkusuz görünümünün altında küçük, korkak bir çocuk sakladığına inanmıştım. Ve haklıymışım da, bunu şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Gözlerindeki perdeyi her seferinde biraz daha indiriyor, çevrendekilerin seni anlamasına izin veriyorsun. Buğra'dan sonra sende fark edilir değişimler oldu Başak, bunu her ne kadar inkar etsen ve inatla birilerini terslemeye çalışsan da artık bunu kabullenmelisin ve sürekli kendini suçlamayı bırakmalısın. Ecel kaçınılmazdır, demek ki büyükbaban ölecekmiş. Bu sen kaçırılmasan da olurdu. Kendini suçlama, bu sadece kaderin oyunu," yeniden gülümserken devam etti. "Tamam mı güzelim?"
Hiçbir şey demedim ve başımı anneannemin boynuna gömdüm. Çok güzel kokuyordu, kokusunu içime çekerek tüm duygularıma benimsetmeye çalıştım. Annemin hatırlayacağım bir kokusu yoktu, ama anneannemin olsun istiyordum. Uzun süre sarıldıktan sonra minnet dolu bakışlarla kucağından ayrıldım, bana gülümseyerek bakmaya devam ederken tüm içtenliğimle "Teşekkür ederim." dedikten sonra iç çekip yanımdan kalktı ve odadan ayrıldı.
Yeniden kitapların başına dönmek yerine kendimi yatağıma bırakıp karşımdaki duvarı izlemeye başladım. Nasıl da fedakardı ama, sırf iyi hissedeyim diye gözlerindeki üzüntüyü gizlemeye çalışmıştı. Kalbimde gizlediğim değer yavaş yavaş ortaya çıkıyor, anneannemi paha biçilmez kılıyordu. Gözlerim masamın üzerindeki ders kitaplarına takıldığında ayaklandım ve hepsini kapatıp bir köşeye attım. Okulların kapanmasına iki hafta vardı; tüm sınavlarım bitmişti ve her yıl olduğu gibi bu yılın sonunda da tüm kitapları önüme sermiş, genel tekrar yapmaya karar vermiştim. Ama bu halimle pek de mümkünmüş gibi görünmüyordu, yazılılara bile doğru düzgün çalışamamış ve soruları anlayamadan geçmiş olduğum halde koca bir senenin tekrarını yapacak kapasiteyi bulamıyordum kendimde.
Sıkıntıyla iç geçirirken yastığımın yanında titreyen telefonumu fark ettim. Yavaş hareketlerle telefonu elime aldım ve daire şeklindeki yeşil simgeyi sağa doğru kaydırarak konuşmaya başladım.
"Ne var?"
"Her seferinde bu kadar sert çıkmak zorunda mısın? Kibar olmayı ne zaman öğreneceksin?"
Gökhan ve saçma kibarlık dersleri. Her konuşmamızda en az beş defa tekrarlıyordu, artık bu halimi kabullendiğini sanmıştım ama yine kendini tutamamıştı galiba.
"Beni kibarlık dersleri vermek için mi aradın?"
"Hayır. İki gün sonra buluşalım diyecektim."
"Niye buluşuyormuşuz?"
Kısa bir sessizlikten sonra sinir bozucu bir kahkaha atarak devam ettim.
"Yoksa sana değer verdiğimi, güvendiğimi felan mı sandın? Benim için sadece içimi döktüğüm bir çöp kovası olduğunu söylemiştim."
"Bunu biliyorum, hatırlarsan ben de sana içinde saklaman için birkaç küçük hatıra hediye etmiştim."
"Of, gereksiz edebiyat yapıyorsun şu an. Yok içide saklamakmış da küçük hatıraymış da... Bırak bunları, neden buluşmak istediğini söyle."
"Bugün her zamankinin aksine daha huysuzsun. Ne oldu yine?"
"Anneannemle konuştuk biraz, iyi hissediyor gibi oldum ama seninle konuşunca kötüye dönüş yaptım galiba."
"Kötü hissetmeni mi sağlıyorum?"
"Hayır, sadece düşünemedim. Yani anneannemi düşünemeden senin sesini duydum. Of neyse, kapatıyorum önemli bir şey olmadığı sürece arama."
"Dur bi' dakika, buluşacak mıyız?"
"Kes sesini."
Cevap vermesini beklemeden suratına kapattım telefonu, her zamanki gibi. Büyükbabamın ölümünden sonra bana sadece o destek çıkmış, sadece o beni dinlemişti. Şimdi biraz rahatsam bu Gökhan sayesindeydi. Ama yine de ona güvenmiyordum, hissettirdiğim değer bir çöp kovasına verdiğim değerle eş değerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhsal
Teen FictionBirbirlerinden güç alan iki ayrı ruha, iki ayrı bedene ve iki ayrı kalbe sahipti onlar. Bu olgular her ne kadar birbirlerinden ayrı olsa da, görünmez bir iple bağlanmışlardı sanki. Bedenleri sıkıca kenetlenen ve sonsuzluk vaat eden kalplere, ruhları...