Sessiz ve bir o kadar da temkinli adımlarla, neredeyse boş olan okulun koridorlarında ilerliyordum. Müdürün odasının kapısını çalıp içeriye girince, on birinci yılımı geride bırakmanın verdiği rahatlık ile müdürün gülümseyerek bana uzattığı karneyi aldım ve oyalanmadan odayı terk ettim. Her yıl olduğu gibi, bu yıl da karnemi herkesin arasında değil, boş bir zamanımda uğrayıp almıştım. Koridorda geriye dönmüş, merdivenlere doğru ilerlerken birinin arkamdan "Pardon?" diyerek seslendiğini duydum. Çağrılanın ben olmadığını varsayıp merdivenlerden inmeye başlayınca, arkamdaki sesin "Başak!" demesi üzerine tatsız anılar zihnimi işgal etti. Bu bana Buğra'yı hatırlatmıştı, burnumu kırıştırıp onunla ilgi tüm düşünceleri zihnimden def ettikten sonra arkamı döndüm. Kısa boylu, saçları gibi teni de sarı, bitkin görünen biri oldu ilk gördüğüm şey.
"Bir sorun mu var?"
Bitkin ve yorgun bakışlarını ayaklarımdan alıp yüzüme çevirdi, değişik bir tipe benziyordu. "Ah, hayır. Bir öğretmen benden sizi öğretmenler odasına çağırmamı istedi."
Artık her durumdan şüphelenir hale gelecek kadar paranoyaklaşmıştım, "Adımı nereden biliyorsun küçük şey?"
"Pardon, ben küçük değilim. Sadece on birinci ve on ikinci sınıfların dersine giren öğretmeninizden anladığım kadarıyla aramızda en fazla üç yaş olabilir. Ve adınızı da sizi çağırmamı isteyen öğretmen söylemişti. Şimdi gitmek zorundayım," dedikten sonra aceleyle önümden geçti ve hızlıca merdivenleri inmeye başladı. Bana sürekli 'siz' diye hitap etmesi tuhaf kaçmıştı, daha önce okulda hiç kimse benimle böyle bir saygı çerçevesi içerisinde konuşmamıştı.
"Aslında değil saygı içinde, normal bir şekilde bile hiç yaklaşan ve konuşmaya çalışan olmamıştı."
Sebepsiz yere vücudumu ele geçiren gerginlikle merdivenleri yeniden tırmanmaya başladım ve dişlerimin arasından konuşmaya devam ettim, "Bu okulun merdivenlerinden nefret ediyorum."
"Tanrım, sesli konuşmayı kesmeli ve düşüncelerimi içimde belirtmeye devam etmeliyim."
İstem dışı bir şekilde seslice söylenmemden yakındıktan sonra yeniden uzun ve boş koridorda yürümeye başladım. Boş gözlerle çevremi incelerken bu okulda durumundan rahatsız olduğum onlarca şey olduğunu fark ettim ve yeniden sinirle söylenme arzumu zorlukla dizginleyerek öğretmenler odasının önüne ulaştım. Kapıyı çalıp içeri girdiğimde, matematik öğretmenim gülümseyerek bana bakıyordu. Zorlukla dudaklarımı kıvırmaya çalıştım, ama başarısız olmuştum. Gülümsemekle gülümsememek arasında kalan bir hal almıştı dudaklarım. Dışarıdan nasıl göründüğümü umursamadan dudaklarıma kazandırdığım pozisyonla matematikçiye doğru ilerlerken, hâlâ insanların sırıtmasından nefret ettiğimin farkına vardım. Beni rahatlatan ve sürekli görmek istediğim tek gülüş anneanneminkiydi. Ah, ve bir de Gökhan'ın aptal gibi kocaman gülümsemesini izlemek hiç de fena sayılmazdı. Sanırım artık onun varlığına ve yanımda olduğuna alışmış olduğum için böyle hissediyordum.
Neredeyse tüm odayı kaplayan devasa masanın etrafındaki sandalyelerden birine oturmuştu matematik öğretmenim. Yanına varınca sağ tarafındaki sandalyeye oturmamı istedi, ayakta kalmak için üstelemeden oturmaya karar verdim. Bir an önce bu okuldan defolup resmi olarak tatilimi başlatmak istiyordum, sabırsızca bakışlarımı gözlüklerin ardındaki kahverengi gözlere çevirdim. Dışarıdan bakılınca tuhaf biri gibi görünüyordu, aslında normalde de tuhaf biri olduğu çok bariz ortadaydı. Benim en çok garipsediğim şey saç kesimiydi, sanki saçlarını kestirmeden önce kafasına bir kase konulmuş, ve kasenin etrafında kalan saçlar kesilmişti. Bu durumla içten içe alay ederken matematik konusunda ne kadar iyi olduğunu hatırlayıp ruhumun alaycı kahkahalarını dersine duyduğum saygı ile bastırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhsal
Teen FictionBirbirlerinden güç alan iki ayrı ruha, iki ayrı bedene ve iki ayrı kalbe sahipti onlar. Bu olgular her ne kadar birbirlerinden ayrı olsa da, görünmez bir iple bağlanmışlardı sanki. Bedenleri sıkıca kenetlenen ve sonsuzluk vaat eden kalplere, ruhları...