Dolu bir otobüste, ayakta ve sıkışık bir şekilde yolculuk yapıyor olmam bile keyfime ket vuramıyordu. Çünkü tepedeki güneş tüm aydınlığını büyük bir cömertlikle sunuyordu bize. Güzel bahar günlerinin, insanın içinde anlamsız neşeler yeşertmek gibi bir alışkanlığı vardı.
Tatlı bir esinti, otobüsün tepesindeki yarı açık camdan içeri giriyor ve saçlarımda turlayıp yoluna devam ediyordu. Hava; üşümeyeceğim kadar sıcak, bunalmayacağım kadar serindi. Yılda en fazla on kere denk gelebildiğimiz bu tatlı günlerde en büyük şikayetim, sabah sadece bir-iki saat için sırtıma giymek ve tüm gün de elimde taşımak zorunda kaldığım ceketlerim olurdu.
Bu ılık havaların her zaman bir büyüsü vardı. Kimine bu günlerde en yaratıcı ilhamlar uğrar, kimi bu günlerde aşık olur, kimi ise ertelediği işlerini yoluna koymaya karar verirdi. O insanlardan biri olduğumu düşünmüyordum. Çünkü ben okuluna ve evine giden basit bir genç kızdım ve hayattan beklentilerim de fazlasıyla basitti. Oysa onlardan biri olduğumu anlamam yıllar sonraya tekabül edecekti.
Yıllar sonra anlayacaktım ki; o otobüsün orta canlarının köşesinde, bedenimi kollarının kafesine almış o toy bedene yakın zamanda hissedeceklerim o günlerde bana hoşlantı gibi gelse de aslında çok daha fazlasıydı.
Ve hep düşünüp duracaktım. Acaba Gökdemir o gün yalnızca kalabalıktan bunaldığımı anladığı için mi kalabalıkla aramda bir duvar görevi görmüştü yoksa bu onun için fazlası mıydı?
İki karış uzağımda duran vücudu, yine de aramızdaki mesafeyi korumak için geriye doğru zaman zaman meyilleniyordu. "Hava çok güzel." dedi ansızın. Gözlerim yeni arkadaşımın yüzüne döndü. Belli ki ben baharın esintisine kendimi bırakmışken o aramızdaki tuhaf sessizlikten rahatsız olmuştu. Ya da garipsemişti.
Yeni tanışmış insanların sessizlikten kaçması da sessizliği garipsemesi de bana hep tuhaf gelmişti. Konuşacak bir şey yokken sohbet açma çabaları nezaket göstergesi olsa da oldukça gülünç gibi geliyordu. Oysa kafeden çıktıktan sonra aynısını ben de yapmıştım.
Gülünç bulduğum bir şeyi yapmanın önüne geçemeyişim biraz ahmakçaydı. Fakat basit bir alışkanlıktan başka bir şey değildi.
Gülümsedim. "Tam aşık olmalık." dedim kısık bir sesle. Gözlerim Gökdemir'in yüzüne döndü. "Nisa hep böyle söyler bu mevsimde." dedim gülerek.
O da gülümsedi. Yüzünden ayrılmak üzere olan gözlerim, gülümseyişinde kısa bir süre oyalandı.
Tebessümle, "Doğru söylüyormuş." derken gözleri dışarıyı hedef aldı.
"Böyle mevsimlerde aşık mı olursun?" Gülümseyen gözlerim yüzünde geziniyordu.
"Öyle bir şey söylemedim." Yan bir bakış attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Göğün Portresi
Novela JuvenilGökdemir ve Ülkü, lisede birbirlerine aşık olmuş ancak henüz sevgili bile olamadan yolları kötü ayrılmış iki gençtir. Yıllar sonra üniversitede yeniden karşılaşırlar. Ülkü lisans eğitimine devam ederken Gökdemir lisans üstü eğitimi için gelmiştir. ...