41. Bölüm / Korhan Düğümü

3K 147 127
                                    

Seyran uzun bir süre sonra (3 gün) ilk defa yorgun uyanmıştı bu sabah. Nedeni büyük ihtimalle harika geçirdiği upuzun üç gün sonrası işe gidecek olmasıydı. İşini bu kadar severken soğuması onu da şaşırtmıştı aslında. Yani gayet hırslı ve çalışkan bir kadındı. Yorulmaktan gocunmaz, kanının son damlasına kadar savaşırdı. Ama o zamanlar sabah uyanıp yanında olmayan birinin eksikliğini hissetmiyordu tabi. Çalışırken kimsenin yanına gitmek için dakikaları saymıyordu. Ya da ne bileyim, dün geceyi düşünürken toplantılarını aksatmıyordu. Seyran neyi değiştirmesi gerektiğini bilmiyordu ama eski hevesini geri istediğini çok iyi biliyordu.

Şirketten adımını attığı an midesine bir ağrı oturmuş ve gözleri dolmuştu. Sanki ilkokul çocuğuydu da, yaz tatilinin ardından ilk kez okula gidiyordu. Öyle büyük bir sıkıntı vardı içinde. Annesini özlüyordu. Hızlıca tasarım ekibinin ofisine adımlayıp kendini sandalyesine bıraktı. Üzerindeki montu, kolundaki çantayı bile çıkarmadan masasındaki fotoğrafa daldı gözleri. Sessiz kaldı. Pelin'in varlığını fark etmemişti bile, Seyran'ın durgunluğu karşısında Pelin de sessiz kaldı.

"Güüünaydınn!" Tüm enerjisi ve neşeli sesiyle Dicle girdi ofise. Ne yazık ki enerjisi, burada enerjisi sömürülmüş insanlara fazla gelmişti. Derin bir of çekip arkadaşına yaklaştı. Tek niyeti Seyran'ı alıp buradan uzaklaşmaktı. "Seyran, günaydın! Uyanamadın mı hala ne oldu? Çok mu yoruldun dün gece?"

Pelin gözlerini bilgisayar ekranından ayırmasa da Seyran ve Dicle'nin muhabbetine kulak kabarttı. İş dışında da yapışık ikiz gibi geziyorlardı demek, ne sıkıcılardı! Ayrıca bu kızın Ankara'ya gitmesi gerekmiyor muydu? Erken mi dönmüştü acaba? Bu surat neydi, bir sorun mu vardı ki?

"Eve geç gittik ya, uykumu alamadım herhalde Dicle."

"Tamam, şimdi bir kahve içersin ve ayılırsın. Kahveler benden! Simitlerimizi aldın mı?"

"Aldım." Dedi Seyran. Sol elini kaldırdı ve bileğine takılı olan poşeti gösterdi. Dün Ferit'le, ailesinin pazar kahvaltısındayken şimdi şirkette simit kahve günlerine dönmüştü. Ağlamak istiyordu! Çocuk gibi ağlamak ve Ferit'e koşmak...

"E tamam, hadi kafeteryaya geçelim. Mesaiye tamı tamına..." durup kolundaki saati kontrol etti Dicle "...20 dakika var. Oyalanmayalım."

"Geliyorum."

Üstündeki montu çıkardı ve telefonunu yanına alarak Dicle'yi takip etti. Sık sık vakit geçirdikleri ve sohbet ettikleri masaya kuruldular. Neyse ki kafeterya çok da kalabalık değildi, rahatça konuşmaya müsaitti.

Dicle elindeki kahvelerden birini Seyran'a uzattı ve simidin poşetini açmaya başladı. Kadın haklıydı, sert kahvenin kokusu bile zihnini açmıştı biraz. Yine de bir eliyle gözünü ovuşturdu keyifsizce. Saatini kontrol etti. Ferit muhtemelen henüz uyanmamıştı, rahatsız etmemeye karar verdi. Adam uyanır uyanmaz haber verirdi zaten.

"Ay Seyran ya, dün gece için çok teşekkür ederim sana... O ortamda ilk defa insan yerine koyulduğumu hissettim sağ ol." Simitten bir parça koparıp arkadaşına uzattı Dicle.

"Hı, ne için?" Seyran simitten ısırık alıp arkadaşına baktı. Başka bir şey düşünüyordu o sıra, tam olarak duyamamıştı. Sıcak kahvesinden bir yudum aldı hızlıca. Beyninin çalışmasına ihtiyacı vardı.

"Hesapları diyorum... Bebeğim ne oldu sana? Ay yoksa Ferit'le kavga mı ettiniz? Benim yüzümden mi!"

"Hayır hayır... Nerden çıkardın onu Dicle? Tövbe tövbe." Kulağını çekiştirip masayı üç kez tıklattı Seyran korkuyla. "Ankara'ya gittik geldik ya işten soğudum herhalde. Kendime gelirim birkaç saate merak etme."

PİYANİST (SeyFer)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin