2015 – İstanbul
Elzem Bey'le savaş ilan ettikten sonra havalı bir şekilde yanından ayrılıp yürümeye başlamıştım. Taa ki topuklu ayakkabılarımın azizliğine uğrayıp yeri öpünceye kadar!
Şuanda da yaklaşık on beş dakikadır Bay Ukala arabasının içinde püfür püfür klimaları eşliğinde beni takip ederken, bende güneşin alnında ayağımda ki topuklularla düşmemek için cebelleşiyordum.
"Ah!" diye inlediğim de arkadan bir kıkırtı yükselmişti.
Ben burada düşme tehlikesi atlatıp, neredeyse ayağımı burkayım. Beyefendide ki keyfe bak!
Bu şekilde yola devam edemeyeceğime karar verince ayakkabılarımı çıkarıp elime almıştım. Yol asfalt değildi, çakıl taşlarıyla doluydu ve ayağıma sürekli olarak taşların sivri kısımları batıyordu. Ayakkabılarımı giyince de sürekli burkma tehlikesi atlatıyordum. Ayrıca bir kez daha yere kapaklanırsam bu dengesiz herifin dilinden kurtulamazdım. İçimden ayaklarımın acısı için çığlıklar atıyor olsam bile, bunu dışa vurup bu hödüğe seyirlik malzeme vermeyecektim!
Hangi ileri zekalı sonu uçuruma çıkan bir yola çakıl taşı döşerdi ki zaten? Lanet çakıl taşları!
Ozan'ı arasam, konuşmuyor olsak bile beni almaya gelirdi. Ama Elzem Bey peşimden ayrılmadığı için arayamıyordum. Ne diyecektim ki?
'Elzem'ciğim az biraz içimdeki Nefes'i keşfetmişte, sorguya çekmeye buraya getirdi.' mi?
Durup arkamı döndüğümde pür dikkat beni izliyordu. Sanki ben bir kuştum ve O'da avını kaçırmak istemeyen bir avcı. Ortamda ki garip akımdan rahatsız olarak çemkirmiştim.
"Ne bakıyorsun be! Hem basıp gitsene sen!"
Biraz önce kaybolan neşesi yerine gelerek bana cevap vermişti.
"Niye gidecekmişim ki. Manzara harika. Ayrıca ne demişler; dostuna yakın ol, düşmanına daha da yakın. O yüzden hiçbir yere gitmiyorum yosun göz."
Birde göz kırpmıyor mu!
Sinirle önüme dönüp yola devam ederken tepemdeki güneş iyice kendini belli etmek istercesine ışınlarını yolluyordu. Ayaklarımın acısından yolda kalmazsam, sıcaktan kesin erirdim zaten ben.
"Hahah! Az kaldı sakar merak etme. Yaklaşık 8 kilometrecik kadar."
Her şey yeterince sinir bozucuyken birde bunu dinliyordum! N'olurdu sanki okula kadar bu ukalayla dönseydim de, atarımı orada yapsaydım.
'Akılsız başın cezasını ayaklar çeker.' diyen iç sesime malum el hareketini çekmek istesem de arkamdaki hödüğün beni sakar ilan etmesinden sonra deli damgasını da vurmasını istemezdim.
"Sesin bana tıpkı; bozuk bir radyonun çıkardığı ses kadar rahatsız edici geliyor. Senin anlayacağın frekanslarımız uymuyor Bay Ukala. O yüzden antenini al ve benden hemen uzaklaş!"
Yine alaylı sesi kulaklarıma ulaşmıştı.
"Ciddi misin yosun göz? Hangi tarihten çıkıp geldin sen? Hayır, antenli radyolar tedavülden kalkalı çok oluyorda. Frekans uyuşmazlığı o yüzdendir yani."
Ve yine sinir bozucu bir kahkaha!
Bu adamı boğma isteğim her geçen saniye içimde durdurulamaz bir şekilde büyüyordu!
Birkaç dakika daha çileli bir şekilde yürüdükten sonra tali yoldan bir jeep'in geldiğini görmüştüm. Otostop çekip ana caddeye kadar gidebilirdim. Oradan da taksiye atlar okula giderdim. Aslında şuan ki halimle okula gitmek akıl karı değildi ama eve giderde, annem beni bu şekilde görürse ortalığı ayağa kaldırırdı. Elimde ayakkabılar, sıcaktan akmış makyajım ve düşmemden ötürü toz olmuş kıyafetlerim... Jeep'in içindeki de, beni arabasına almasa kızmazdım yani. Yine de bir umut el sallayıp, durmasını işaret etmiştim. Ve bingo!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADI YOK HALA #Wattys2018
Teen FictionFedakardım. İyi niyetliydim. Herkesi kendim gibi zannettim. Kalbimin sesine kulaklarımı kapadım ve mantığımla hareket ettim. Attığım her adımda sızlayan vicdanımsa benim cehennemim oldu. Hayatta her şeye sahiptim. İki şey hariç... Özgürlük ve Sol Ya...