XIV. Bölüm: Kesinlikle

162 28 1
                                    

Bu bölümü okurken Billie Eilish'dan BIRDA OF A FEATHER şarkısını dinleyebilirsiniz.🪐

Teneffüs zili çalınca kitaplarımı toplamaya başladım. Çantamı sırtıma attım ve sıramdan kalkıp kapıya yöneldim. Ardından onu görünce hızla geri kaçtım ve bir masanın arkasına çömelip saklandım. Han bana dik dik sorar gibi baktı. Sadece işaret parmağımı dudaklarıma vurarak susmasını işaret ettim. Han kimden saklandığımı bulmaya çalışır gibi etrafına bakındı.
"Veronica bu sınıfta mı?"
Hyunjin'in sesini az çok duyabiliyordum.
"Hayır... Öyle birisini tanımıyorum." diye cevap verdiğini duydum Minho'nun.
"Han-ah, hadi gidelim."
Han bana baktı, "Ben gidiyorum. O çocukta birazdan gider." diye fısıldadı ve ardından çantasını alıp Minho'nun peşinden gitti.

Sınıfın asosyal kızı yanıma geldi ve bana karanlık gözleriyle dikkatlice baktı.
"O son sınıf öğrencisinden mi saklanıyorsun?" diye sordu.
Başımı onaylarcasına salladım.
Sınıfa dönüp bir göz attı. "Burada değil. Gitti." dedi. Ardından kalkmama yardım etmek için bana elini uzattı.
Ona gülümsedi ve elini tutup yerden kalktım.
"Teşekkür ederim Hayyun-ah."

Hızlıca sınıftan çıktım ve koridora hızlıca bir göz atıp koşar adımlarla üst kata, öğretmenlerin katına, çıktım. Öğrencilerin kullanması yasak olan tuvalete girdim, bu tuvalet her zaman boş olurdu, bu yüzden yakalanma olasılığım yoktu. Çantamdaki üç beş parça malzemeyi tezgaha koydum.
Tepeden bağladığım saçlarımı saldım ve kabaca tarayıp dağınık görünümü ortadan kaldırdım.
Kahverengi göz kalemiyle gözaltıma birer çizgi çektim ve elimle hafifçe dağıttım. Marketten aldığım fazla renk vermeyen bir ruju hızlıca sürdüm ve çeneme taşan kısmı elimle hızlıca silip attım. Toz pembe palete elimi sürdüm ve elime geçen pembe tozu yanaklarıma dağıtıp tüm malzemeleri aceleyle çantama geri attım.
Son olarak kıyafetime bir baktım. Herkesin giydiği klasik okul üniformasıydı. Gömleğimi pantolonumdan çıkardım ve salaş bıraktım.  Son kez saçıma baktım ve çantamı omzuma atıp tuvaletten çıktım.
Bir öğretmenin öğretmenler odasından çıktığını duyunca hızlandım ve merdivenlere yöneldim. Hızla ilerledim. Birisine çarpana kadar hızla ilerledim. Hızla geri çekildim ve çarptığım kişiye, Hyunjin'e baktım.
"Neredeydin sen?" diye sordu. "Hem burada ne yapıyorsun?"
"Sen burada ne yapıyorsun peki?"
"Seni arıyordum." dedi ve beni baştan aşağı süzdü.
"Ne için?" diye sordum.
"Dün... Dün repliklere çalişmadık, bu yüzden bugün çalışalım."
"Mesaj atsan yeterdi." dedim. Telefonunu elinde salladı. "Aradım ama açmadın, aptal." telefonuyla kafama vurdu ve bu beni az olsa bile güldürdü.
"Duymadım." dedim.
Başını yavaş yavaş salladı. "Gel hadi. Bir kafeye gidelim, orada çalışalım."
Merdivenlerden inmeye devam ettik ve otoparka gidip bir kez daha onun arabasına bindik. Tanrım. Tüm kızlar beni kıskanacaktı. Nedense bu beni tuhaf bir şekilde mutlu ediyordu.
"Neden kafede çalışıyoruz? Önceden senin evinde çalışıyorduk." dedim. Şuana kadar hep onun evinde çalışmıştık ve aniden bir kafeye gitmemiz saçmaydı. Üstelik kafe gibi kalabalık bir ortamda bu tarz bir çalışma yapamazdık. Bu tamamen mantıksızdı.
"Tanımadığın erkeklerin evine gitmemelisin de ondan." dedi. Sesi öfkeli gibi çıkınca gözlerimi devirdim.
"Yine bu konu mu?"
"Evet." dedi öylece.
Camdan dışarıyı seyrettim ve ona bakmadım.
"Ben ciddiyim." dedi.
Tekrar ona döndüm. "Bak, şuana kadar öyle bir şey yaşamadım ve halimden memnunum. Bu yüzden lütfen bana karışma."
"Seni korumaya çalışıyorum."
"Senden bunu yapmanı istemiyorum."
"Birinin seni koruması lazım."
"Kendimi koruyabilirim!" diye çıkıştım yüksek sesle. Derin bir nefes aldım ve arabanın penceresini açtım. Hava neredeyse kararmıştı. Gökyüzü turuncu, koyu bir mavi ve açık pembe tonlarına bürünmüştü. Trafik normal saatlere kıyasla bu saatlerde daha yoğun olurdu. Bu yüzden Hyunjin arabayı yavaş sürüyordu.
"O halde koru." dedi. "Kendini koruyabildiğini sanmıyorum. Dün o çocuğun yurt odasına gittin mi? Gittin değil mi? Bu koruma değil, Veronica."
Sadece iç çektim ve alnımı ovuştırdum. Bu Veronica oyunu artık sona ermeliydi. Kız olmak...tanrım bok gibi bir şeydi. Erkekler bu tür sözleri sinir bozucu derecede sık söylüyor ve aynı zamanda sizin yerinize karar vermeye çalışıyorlardı.
"Bunu konuşmak için mi kafeye gidiyoruz?" diye mırıldandım.
"Hayır. Sadece söylüyorum tamam mı?"
"Pekâlâ."
"Sinirini bozdum değil mi? Üzgünüm. Sadece seni düşünüyordum."
Gözlerimi gelip geçen arabalardan ayırmadan başımı salladım. "Biliyorum." diye mırıldandım.
İç çekti. "Bak, erkeklere güvenmiyorum tamam mı? Bu yüzden sana bunları anlatıyorum."
"Ben...ben biliyorum. Sadece...öyle işte." diye homurdandım ve ona döndüm.
"Bana kızma." dedi. Bunu öyle tatlı söylemişti ki tüm öfkem aniden mutluluğa dönüştü.
"Kızmam." dedim.
Bana baktı ve yüz ifademi ölçtü. Ona gülümsediğimde o da bana gülümsedi.
"Güzel. Gülümsemeye devam et tamam mı?"
"Ben her zaman gülümserim zaten." dedim. Güler yüzlü birisiydim. Ne diyebilirim ki, insanlar sinirimi bozmadığı sürece bu gülüş asla solmazdı.
"Öyleyse harika." diye mırıldandı ve arabayı bir yere park etti.

Geçen hafta geldiğimiz kafeye gelmiştik. Birer kahve aldık ve köşedeki bir masaya geçtik. Ben çantamdan replik kağıdını çıkarırken o kahvesini içmeye devam etti.
"Kağıdını çıkarsana." dedim.
"Aslında," dedi harfleri uzata uzata. "Biraz sohbet ederiz diye düşünmüştüm."
"Ah, Tanrım. Cidden o konu hakkında konuşmak için mi buraya geldik?" diye sordum ve replik kağıdını çantama geri koyup ona sorar gibi sinirli bir bakış attım.
"Hayır. Tabi ki hayır." dedi. "Aslında o olay bana kendime bir soru sormama neden oldu. Ve bu soru da bir şeyi fark etmeme neden oldu."
Pür dikkat onu dinliyordum. Hafifçe sırıttı ve bakışlarını kahvesine çevirdi.
"Her neyse." dedi gergin bir şekilde. "Tanrım. Ben sanırım...hayır, kesinlikle, kesinlikle senden hoşlanıyorum."

That's My Juliet | Hyunlix ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin