XXIX. Bölüm: Kırmızı Şemsiye

150 25 6
                                    

Bu bölümü okurken DAY6'den I Would şarkısını dinleyebilirsiniz.🐚

Olması gerektiği gibi tiyatro kulübü çalışmaları kaldığı yerden devam ediyordu. Tamamen işsizdim. Artık Chan Mina karakteriyle olan diyaloglarını halleymişti, bu yüzden bana ihtiyacı yoktu. Bende bu boş vaktimi genellikle manga okuyarak, müzik dinleyerek geçiriyordum. Hyunjin Juuly'le repliklerini çalışıyor ve bazen mola verip ikisi sohbete dalıyordu. Onlar replik arkadaşıydı, onları kıskanmam falan saçma olurdu. Saçma ve yanlış olurdu.
Oyun gereği üç kez öpüşeceklerdi... Bunu düşününce öfke ve kıskançlığı buram buram hissediyordum. Ondan rolü bırakmasını isteyemezdim. Ya da Juuly'den rolümü geri alamadım. Yapabileceğim tek şey kıskanmamaktı. Kıskanmamalıydım. Deniyordum. Gerçekten deniyordum, ama pek bir işe yaramıyordu.

Kız elini sürekli Hyunjin'in koluna koyuyordu. Bu, onun elini kırmak ve rolümü geri almak istememe neden oluyordu.

Kız elini bir kez daha onun koluna koydu ve yavaş yavaş koluna boydan boya dokundu. Bir yandan da flört eder gibi on asa sırıtıyordu.
Mangamı okumak yerine onları seyrederken gözlerimi devirdim. O sırada Hyunjin'le göz göze geldim. Onları seyretmeyi bırakıp hemen önümdeki mangaya döndüm.

Ders bittiğinde Hyunjin sırıtarak yanıma geldi ve hemen yanıma oturdu.
"Kalkacaktım." dedim sadece.
Elini koluma koydu. "Biraz kal." dedi.
"Tamam."
Hyunjin salondan çıkanları seyretti. Geriye bir tek Bayan Jang ve Juuly kalmıştı. İkisi bir şeyler konuşurken Bayan Jang onu dinlemeyi bırakmadan bize doğru geldi. İkimize yakalamamız için bir anahtar yığını attı.
"143 numaralı anahtarla kapıyı kilitleyin çocuklar." dedi ve Juuly ve o  birlikte tiyatro hakkında konuşarak salondan çıktı.
Kapıyı kapatmamışlardı. Hyunjin yanımdan kalktı ve kapıyı kapatıp yanıma döndü.
Mutlu gibiydi.
"Nasılsın?" diye sordu.
"İyi. İyiyim. Sen?"
"Harikayım."
"Bunun bir nedeni var mı?" diye sordum.
Düşünür gibi yaptı. "Seninle olduğum için."
"Hadi ama, bu sayılmaz."
"Nedenmiş?"
"Çünkü zaten bir hafta kadardır birlikteyiz."
"Her neyse." desi omuz silkerek. "Mutluyum işte."
İçimden bir ses onu mutlu edenin ben değil Juuly olduğunu söylüyordu. Bunu dile getirmedim. Bazı düşünceler sesli söylenmemeliydi ve bu düşünce kesinlikle onlardan birisiydi.

Oturduğu yerde hafifçe sallandı. "Sen..." diye söze girdi ve bana bakıp sırıttı. Anlaşılan cidden mutluydu.
"Sen, Juuly'le beni kıskanıyor musun?"
"He?" Suratımı afallamış gibi buruşturdum. "Niye kıskanacakmışım?"
"Ne bileyim, öyle hissettim." dedi.
"Hoşuna mı gitti?" diye sordum gülerek.
"Sadece... Evet. Biraz. Çok değil. Sakın abartma tamam mı?"
"Fazla kıskanç değilimdir." dedim gururla gülümseyerek.
"Sorun yok o halde." dedi.

Kısa bir sessizlik oldu.

"Sen de bayağı kıskançsın bu arada." dedim sessizliği bozarak.
"Ben mi?" dedi inanmazmış gibi.
"Evet. Chan'la aramda hiçbir şey yokken kıskanıp duruyordun."
"Eeeh... Sanırım kıskancım. Senin için bunu azaltmaya çalışacağım. Söz."
Sadece utangaç utangaç gülümsedim.
Elini yanağıma koydu ve bana yaklaşıp dudaklarımı öptü. Öpüşürken hafifçe üst dudağımı emdi.  Kendimi yavaş yavaş geri çektim. Okulda bunu yapmamız doğru değildi. Ve daha fazla ileri giderse ben de kendimi tutamayacaktım. Bu yüzden fazla yakınlaşmamak iyiydi.
"Dudaklarını seviyorum." diye fısıldadı. Ona göz ucuyla bakarken alt dudağımı ısırdım.
"Senin dudaklarına cidden bayılıyorum." diye mırıldandım. Tanrım bu amma aptalca bir sözdü. Söylememiş olmayı dilerdim.

Ellerini dizine vurdu. "Gel hadi." dedi.
"Ha?"
"Kucağıma gel."
"Okuldayız." dedim.
"Herkes gitti." dedi ve dizlerine bir kez daha vurdu.
Kapıya doğru baktım ve kapalı olduğundan emin oldum.
"Yine de..." diye başladım ancak o beni belimden tutup kendine çekince cümlemi tamamlayamadım.
Pes ettim ve bacağımı bacaklarının üzerinden atıp yüzüm ona dönük olacak şekilde kucağına oturdum. Omzuna koyduğum ellerimi boynuna dolarken kollarını belime doladı. Tişörtümün altından çıplak tenime dokundu ve beni biraz daha kendine çekti.
"Yakalanmak istemiyorum." dedim.
"Yakalanmayacağız."
Ellerini belimden aşağı indirip kalçalarıma kadar getirdi ve orada oyalandı.
Bu sefer adımı atan ben olmak istedim. Dudaklarımı onun boynuna bastırdım. Onun bana daha önce yaptığı hareketi yapmayı denedim. Bu biraz utanmama neden olmuştu, çünkü yanlış yapıyor olabilirdim.
Avuçlarınıdaki kalçalarımı sıktı ve sessiz olsa bile hafifçe inledi.
Boynunu bir vampir gibi ısırdım ve emdim. Kollarımı ona sarmış, onu iyice kendime yakınlaştırmaya çalışıyordum.

Bu sefer üstte olan ben olmak istiyordum. Belki işler böyle yürümüyordu, bilmiyorum, ama iç güdülerim yapmamı söylüyordu. Bende yaptım. Bir elimi onu aletine koydum ve masaj yapar gibi okşadım.
İnlediğinde tüylerim diken diken oldu, vücudum kasıldı. Daha fazlasın istedim. Ve ben istediğimi alırdım. Tabii salona aniden Bayan Jang gitmeseydi.
Hızla kendimi yere attım. Hyunjin düşmemem için bacaklarımdan tuttu. İki yana açılmış bacaklarımı tutarken berbat bir pozisyondaydık. Bayan Jang gergin bir sesle gülmeye başladı. Hızla bacaklarımı kendime çektim.
"Şey, böldüğüm için üzgünüm çocuklar... Sadece şemsiyemi unutmuşum." hızlıca askılıklarda duran kırmızı şemsiyeyi aldı. "Hava yağmurlu da." diye ekledi ve hızlıca çıkıp arkasından kapıyı kapadı.

Yerde otururken şaşkın şaşkın Hyunjin'e baktım. Yanakları kıpkırmızıydı.
"Onu bunu boş ver de.." dedi. "Sen n'aptın öyle?"
"Ne?"
"Aletime yaptığın o hareket-"
"Ah, Hyunjin-ah! Bir öğretmen bizi yiyişirken gördü!"
"Bunu bir ara tekrar yapalım, olur mu?"
Avcumun içini alnıma vurdum ve sadece iç çektim. O ise kendi kendine konuşmaya devam etti.
"Cidden neydi o öyle... Ahh, çok iyiydi ha!"
"Salak!"

That's My Juliet | Hyunlix ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin