XXXII. Bölüm: Dilekler

110 24 5
                                    

Bu bölümü okurken HAN'dan Maybe şarkısını dinleyebilirsiniz.💌

O gece boyu onunla telefonda konuşmuştuk. Sabah olduğunda o havaalanına gidecek ve Ulsan'a giden uçağa binecekti. Ona veda etmek ve havaalanına gidip onun yanında olmak istediğimi söylemiştim. O ise kabul etmemişti.
"Veda etmemizi zorlaştırır." demişti.
"Bu çok saçma." dedim ben de. "Sana veda etmek istiyorum. Bu yüzden sabah olduğunda orada olacağım."
"Felix, lütfen. Veda etmekten nefret ederim."
"Umrumda değil. Seni son kez görmek istiyorum." dedim net bir şekilde.
O ise sabır diler gibi iç çekti. Ardından da telefon hattında uzun bir sessizlik oldu.
"Saat kaçta uçak kalkıyor?" diye sordum sessizce.
Bir kez daha iç çekti. "Gelmeni istemiyorum."
"Neden?"
"Çünkü... Ağlamaktan nefret ediyorum..." dedi.

Sabah olduğunda yinede havaalanına gittim. Saatini ise Jeongin'den öğrenmiştim. Bu yüzden gecikmemiş, zamanında oraya varmıştım. Jeongin'den hangi uçak olduğunu, hatta hangi kattaki bekleme odasında olduklarını öğrenmiştim.

Jeongin'in dediği gibi 4. kata çıktım ve ilk aradan sola döndüm. Ulsan-Seul tabelasını gördüğüm anda adımlarımı hızlandırdım.
Jeongin beni görünce elini salladı ve güzelce gülümsedi. Hyunjin ise sadece şaşkın gözlerle bana baktı.
"Burada ne işin var? Sana gelmemeni söylemiştim." dedi Hyunjin.
Jeongin'in dudaklarındaki gülüş bu sözleri duyunca anında yok oldu.
"Sevinirsin sanmıştım." dedi Jeongin.
Hyunjin cevap vermedi ve bana bakmayı bir an için dahi bırakmadı.

"Sana gelme demiştim. Neden geldin?"

Bu biraz kabaydı. Bunu demesine hiç gerek yoktu. Sadece kalp kırıyordu.

"Sana veda etmek istedim sadece." dedim. Sesim kısık ve özgüvensiz gibiydi.
Hyunjin oturduğu yerden kalktı ve karşıma dikildi.
Jeongin gergin bir sırıtışla "Ben sizi yalnız bırakayım madem." diye mırıldandı ve hızlı, küçük adımlarla uzaklaştı.
"Sana gelme demiştim." diye tekrar etti.
"Neden gelmem seni bu kadar rahatsız ediyor?" dedim aynı kısık, özgüvensiz sesle.
Yeni kestirdiği kısa saçlarını geriye doğru taradı. "Seni gördüğümde gitmekten korktuğumu hissediyorum." diye fısıldadı. "Ama gitmek zorundayım." diye ekledi. Mahçup bakışları üzerimde gezinirken uzanıp elini tuttum. Birden bire ağlamaya başladı. Gözyaşlarının akın ettiği gözlerini benden saklamak ister gibi başını öne eğdi. Elimi sıkıca tutuyordu. Diğer elimi onun yanağına koydum ve akan göz yaşlarını sildim. Elimi bırakıp bana sıkıca sarıldı. Kollarını vücuduma doladı ve hiç bırakmayacakmış gibi tutundu. Yüzünü boynuma gömdüğünde gözyaşlarının ıslaklığını tenimde hissettim. Ona sarıldım ve sırtını sıvazladım. Güzel kokusunu içime çektim. Saçlarını okşarken hıçkırıklarını tutamadı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Gözlerim yaşarmıştı. Ancak ağlamadım. Çünkü onu ayakta tutmak için güçlü olmam gerekiyordu.

"Özür dilerim." diye mırıldandı. "Özür dilerim."
"Neden özür diliyorsun? Senin hiçbir suçun yok." dedim.
Omzuma yasladığı başını iki yana salladı. Dili kelimelere varmıyor gibiydi. Tek kelime daha edemedi.
Jeongin geri dönene kadar onunla el ele tutuşup sessizce bekledik. Uçağın kalkış saatine on dakika kala Jeongin döndü bana sıkıca sarıldı.
"Sonra görüşürüz, Hyung."
"Görüşürüz." dedim ona. Hyunjin'le birbirimize daha fazla bir şey söylemedik. İkisi biletlerini verip uçağa doğru ilerlerken onları seyrettim. Uçak kalkana kadar orada bekledim ve uçağı seyrettim. Sanki uçağın biranda durup Hyunjin'in yanıma dönmesini bekliyor gibiydim. Bir filmde olmayı diler gibiydim. Bir mucize bekliyordum.

That's My Juliet | Hyunlix ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin