XVIII. Bölüm: Zaman Makinesi

159 29 1
                                    

Bu bölümü okurken DAY6'den Zombie şarkısını dinleyebilirsiniz.🧟‍♂️

Kafam fena halde karışıktı. Ona bu saatten sonra erkek olduğumu söyleyemezdim. Kalbi hiç olmadığı kadar çok kırılırdı. Benden nefret ederdi. Ona gerçeği söylemem söz konusu bile olamazdı. Ama söylemek istiyordum. Sanki bu gerçek olabilirmiş gibi söylediğim bu büyük yalanın üzerine beni sevmeye devam etmesini istiyordum. Ve ondan hoşlandığım gerçeğini de unutmamalıydık. Onunla birlikte olmak istiyordum. Ondan hoşlanıyordum. Hem de çok. Eski sevgililerimi düşününce onlara karşı en ufak bir şey dahi hissetmediğimi anlıyordum. Hyunjin benim için özel birisi olmuştu. Özleyeceğim, görmek isteyeceğim, sarılıp koklamak isteyeceğim birisiydi. Diğerleri ise...sadece diğerleriydi işte. Önemsiz diğerleri.
Üstelik Hyunjin, kaybetmek istemeyeceğim birisiydi. Bu yüzden bu sırrımı ona söyleyemezdim. Bu da onunla birlikte olmamı kesinlikle engellerdi.

Dürüst olacağım Veronica olarak onunla birlikte olmayı kısa bir süre için olsa bile düşünmüştüm. Ancak bu asla ama asla gerçekleşmeyecek bir hayaldi. Bu yüzden daha eğlenceli gelen bir diğer hayali düşündüm. Benim sırrımı öğrendikten sonra bile beni sevmeye devam edeceğini ve birlikte olacağımızı hayal ettim.
Bu da asla gerçekleşemeyecek bir hayaldi.

Onunla birlikte olmam söz konusu olamazdı.

Yurt odamda oturmuş bilgisayarımdan LoL oynarken kapı çaldı. Yurtta ne Minho vardı, ne de Han. Ancak onlar birlikte gezmeye gitmişlerdi ve bu kadar erken dönmeleri mantıksızdı. Bu davetsiz misafirin kim olduğuna bakmaya cesaretim yoktu... ve bir de oyundaydım. Kaybededemezdim. Bronz kupaya ulaşmama az kalmıştı ve iyi ilerliyordum. Oyunu bırakmaya niyetim yoktu. Ancak belli ki kapıyı çalan kişinin de gitmeye niyeti yoktu. Derin bir nefes aldım ve oyun karakterimi bir köşeye çekip hızla kapıya koştum. Yurt kapılarında gözetleme deliği olmadığından kimin geldiğini görmem ancak kapıyı açmamla mümkün olabilirdi. Hyunjin'le karşılaşma riskini almadım ve sesimi kalınlaştırıp konuştum.
"Kimsiniz?"
Kulağımı kapıya dayadım ve sessizce cevabı bekledim.
"Benim. Chan. Tiyatro kulübünden."
Kapıyı hızlıca açtım ve kendimi kapının arkasına saklayarak ona başımla selam verdim.
"Merhaba, Chan." içeri girmesini işaret ettim ve onun ardından kapıyı kapadım.
Elinde bir kağıt vardı, tahminimce replik kağıdıydı.
"Çalışmak için mi geldin?" diye sordum ve onun karşısına, koltuğa oturdum.
Elindeki kağıda baktı, sonra da bana.
"Çalışmak bahane. Sadece konuşmak için geldim." dedi.
Bu tuhaf bir şekilde beni germişti.
"Bir sorun mu var?" diye sordum.
Başını onaylarcasına salladı.
"Hyunjin." dedi sadece. "Bana amma kaba davranıyor. Eskiden aramız iyiydi, ama şimdi bir anda tuhaflaştı. Ona ne olduğunu sorduğumda bana sana sormamı söyledi. Ki bu biraz tuhaftı.."
"Ahh. Anladım..." dedim ve başımı öne eğdim.
"Sonra bana senden hoşlanıp hoşlanmadığımı sordu." diye devam etti. Başımı kaldırıp ona sorar gibi baktım. Arkasına yaslandı ve boğazını temizledi.
"Sen ne dedin?" diye sordum gergin bir şekilde.
"Ben de hoşlanmadığımı söyledim." dedi omuz silkerek. "Ama o yalan söylediğimi düşündü. Sanırım senden hoşlanıyor. Sadece bunu sana söylemem gerektiğini düşündüğüm için geldim."
"Aaah, cidden ama ha!!" diye söylendim. "Benden hoşlandığını söyledi." dedim.
Şaşkın bir ifade takındı. "Harika!" dedi alaycı bir tonla. "Ne yapacaksın peki. Ona söyleyecek misin?"
"Hayır!" diye bağırdım. "Kalbi kırılır." yana doğru koltuğa uzandım. "Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Bana yardım etmelisin."
Saçlarını kaşıdı ve düşündü. "Bana kalırsa ona gerçeği söylemelisin. Bu tuhaf oyundan kurtulman senin için de, onun için de iyi olacaktır."
"Ama.." diye söze başladım mızmızlanarak. "Benden gerçekten, gerçekten nefret edecek."
"Eninide sonunda öğrenecek. Bunu ertelemen sadece onun öfkesini arttırır. Üstelik seni okuldan attıracağını falan hiç sanmıyorum. Bu konuda rahat ol."
Artık okuldan atılmak umrumda değildi. Ben onun üzülmesini istemiyordum. Bana kızmasını ve benden nefret etmesini istemiyordum. Beni sevmesini istiyordum.
"Bu yalanı artık onu üzmemek için sürdürüyorum. Ondan saklanmak için değil." dedim. "Okuldan atılmak umrumda değil."
"Onu seviyorsun, değil mi?" dedi kendinden emin bir şekilde.
"Sanırım. Hayır. Kesinlikle. Kesinlikle onu seviyorum... ama o beni değil Veronica'yı seviyor."
"Veronica sensin. Sadece ismin ve cinsiyetin farklı. Önemli olan isim değil, önemli olan cinsiyet de değil. Önemli olan kişilik ve benlik. Sen bunu ondan saklamadın. Sen onun yanında kendin olmaya devam ettin. O halde sorun yok. O senden hoşlanıyor. Senin kişiliğinden hoşlanıyor. İsminden değil. Tamam mı? Cesaretini toplamalı ve onunla konuşmalısın."
Bu cesaret verici konuşma bile beni gaza getirmemişti. Hala tereddütler içinde yüzüyordum. Ve boğuluyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ondan hoşlanıyordum. Hem de çok. Ama... ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. Bir zaman makinesine ihtiyacım vardı. Kendimi bu aptal yalana sürüklenmekten kurtarmaya ihtiyacım vardı. Onunla farklı şartlar altında tanışmaya ve farklı şartlarda birbirimizi sevmeye ihtiyacım vardı.
Bir zaman makinesine ihtiyacım vardı.

That's My Juliet | Hyunlix ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin