𓂀
Gün ağarmaya başladığında, Harry bazı sesler işiterek uyandı. Piyade toparlanmış, atını çözüyordu. Ay, batı yakasında silik bir is misâli kaybolurken, doğu kısmında güneş açığa çıkıyor; tan, kavun pembesi bir aydınlığa kavuşuyordu. Birkaç yıldız sönüp tekrar parıldayarak karanlığın içindeki ateş böceklerini andırıyorlardı.
Kumların üzerinden kalkarak kıyafetlerini temizledi. Kumaş çantasını boynundan geçirip piyadeye bakındı. Başına örtüsünü sararak çenesi altından kapatıyordu, bu sayede ilerleyen vakitlerde gözlerini açıkta bırakana dek örtüsünü çekecek ve çöl sıcağından korunmuş olacaktı. Ne yazık ki, kendisi bu duruma hiç hazırlık yapmamıştı.
"Adın ne?" diye sordu Harry. "Beni emanet gören birinin adını bilmek isterim."
Piyade atın üzerindeki eyeri düzenlerken, bu samimi istek doğrultusunda keyifli bir bakış atarak, "Demek öyle," dedi. "Adım Louis."
"Ben de Harry."
"Memnun oldum." Ellerini birbirine silkeledi, çevik bir manevrayla ata tırmandı. Harry de binmek istedi ama başaramadı; piyadenin sert elini kavrayıp tırmanmak istese de elleri birbirinden kayarak birden yeri boyladı.
Suratı hemen tatlı bir ifadeyle büzüldü, inildedi. Geçenlerde düşüp ellerimi yara ettiği kısıma baktı, ne yazık ki nârin avuçları misliyle kanamaya başlamıştı. Elleriyle dokunup durdurmak istediği sırada, "Bekle," dedi genç adam.
Piyade atından inip çantasından bir bez bir de deri matarasını çıkardı. Mataradan biraz su ile bezi ıslattı, Harry'nin bileğinden tutup kanayan yerleri hafif dokunuşlarla temizlemeye koyuldu. Hiç ses etmeden, bunu yapıp yapmaması gerektiği hakkında sorgulamadan koyulmuştu işe. Nerede ne yapması gerektiğini bilen, kimseye ihtiyaç duymayan tecrübeli bir adama benziyordu.
Hiç acıtmamaya özen gösteriyor olması nedense bir piyade için fazlasıyla olmadık işti. Üstten kabaca temizleyip halledebilirdi. İşte bu durumda iki soru takılıyordu aklına: hep mi böyleydi yoksa emanetine nârin mi davranmaya çalışıyordu? Belki de gerçekten emanetine nârin olmak istiyordu, ne de olsa amcası diye anılan adam tüm tüccarların başı idi, zenginliği Mısır'ın birçok noktasından tanınırdı. Onun himayesindeki kişiye bir zarar gelmesinin, kendisine de zarar verebileceğini düşünebilirdi piyade.
Harry için önemli değildi nedense. Sert ellerinin vücudundaki nârin dokunuşu ve piyadenin yakışıklı çehresini kaplamış ilgili, odaklı ifadesi, Harry'yi birdenbire heyecanlandıran bir etmen olmuştu; çünkü yabancı birinin bu denli ilgili tavırlarına pek alışık değildi, hiç de görmemişti zirâ.
İşi bittiğinde bir teşekkür mırıltısı bırakmak durumunda kaldı. Mahcup olmuştu. Ata bile binemeyecek kadar güçsüz ve aciz görünüyor olmak, böylesine becerikli ve çevik piyadenin karşısında küçük düşmekten pek de farklı gelmiyordu ona.
Yola koyuldular. Harry piyadenin arkasında ona sarılmış, süratli bir sürüş ile yolun yarısına, Memfis'e yakın bir şehre ulaşmışlardı. Öğlen güneşi tepede belirdiğinde ise büyük bir sıcaklık çökmüştü Mısır'ın üzerine. Atı yavaşlatmıştı, çeşitli kervanların, tüccarların, çarşı ve sokakların aralarından geçiyorlardı. Kimi yerde develerin çanları çınlıyor, kalabalıkların gürültüsü birbirine karışıyor ve şehirde gün, canlılık kazanıyordu.
Piyade dik ve sert duruşunu bozmadan yüzünü kapamış, ses etmeden yolculuğu devam ettiriyordu. Oysa Harry fazlasıyla bunalmış hissettiğinden, güneşin yakıcı sıcağına dayanamayıp piyadenin sırtına yasladı yanağını. Sonra da piyadenin sırtına dökülen başının lacivert örtüsü altına soktu yüzünü. Piyade Louis'nin keyifli gülüşünden habersiz, öylece yumdu gözlerini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Rose of My Desert 𓂀 Larry
Romance"Çöle dönmüş hayatımda hançerden bir farkım yoktur, Harry." Piyade Louis, elindeki hançeri ahşap masanın üzerindeki güle geçirdi. Elini çektiğinde hançer, gülün ortasına saplanmış hâlde duruyordu. "Ve sen de hançerin zarar verebileceği en güzel şeys...