Bir önceki bölüme bakın, double update yaptım ☀️
Gözlerini araladığında kirpik diplerinin ne kadar acıdığını fark etti Harry. Sabah güneşi yine tüm kuvveti ve yakıcılığı ile evlerinin içinde parlıyor olsa da kendisinde yataktan çıkacak tâkati bulamıyordu.
O günden bu yana iki gün geçmişti. Her defasında kendini, o ne zaman gelir diye düşünürken buluyordu. Yatağın altına girip tehlike geçene dek orada saklanmak, bu zulümsever tüccarın artık burada olmadığıyla ilgili kendini ikna ettikten sonra yaşamına devam etmek istiyordu.
Çok şey istemiyordu, yalnızca her sıradan insan gibi sıradan bir hayat yaşamayı istiyordu.
"Ah, uyandın demek."
Üvey annesi yemek sofrası için yeni pişmiş ekmekleri; halası da üzüm şerbeti getirdiğinde yüreği daha da burkuldu. Beş gün sonunda ölüme yakın bir olay gerçekleşecekken, neden kimse onun için daha kurtarıcı çabalar göstermiyordu?
"Pal nerede? Hâlâ gelmedi. İki gün oldu!"
Üvey annesi ve halası telâşla birbirine bakındı, ona döndüler. "Dediğim gibi, babası onu erzak alımı için şehir dışına gönderdi." Halası, gülümsemeye çalışarak kilden yapılmış bardaklara şerbet doldurdu. "Pazardaki mallarda eksilme oluyordu."
"Gittiğinde yalnızca gün batımına kadar evde olmaz mıydı? Bu hiç de dişe dokunur bir cevap değil." Ekmeği alıp koca bir ısırık aldı. "Herifin teki beni almak istiyor ama hepiniz çok sakinsiniz! Benden bu kadar mı nefret ediyorsunuz?"
"Ne nefret etmesi canım oğlum?"
Halası elini dizine koydu. Durumu, abisi anlatana kadar anlatamazdı, henüz büyük abisi Kheti'nin Harry'yi kabul edip etmeyeceği bilinmediği için onu şimdiden ümide sokmak istemiyorlardı.
"Biz... Onlar geldiğinde bu duruma asla izin vermeyeceğiz, biliyorsun. Seni ona asla vermeyiz."
"O güçlü ve zengin bir tüccar! Herkes onu koruyor! Tapınağın ve sarayın koruyucularından da güç alıyor! Beni ondan nasıl koruyabileceksiniz? Elinizden hiçbir şey gelmeyecek ve beni alıp götürdüğünde arkamdan bakmakla yetineceksiniz!"
Yaşlı gözleriyle ekmeği masaya bırakıp ayaklandı, halası ve üvey annesi telaşla peşinden kalktığında, Harry çoktan kapı eşiğindeki sandaletlerini eline almış, çıplak ayaklarıyla evlerin arasında koşuyordu.
Nefes nefese, taşlı toprak üzerinde koşarken gözyaşları hem kalbinin hem de ayaklarının acısıyla çenesine süzülmeye başladı. Fakat ayaklarının acısı ağır basınca vücudunda bir kuvvet bulamamış olacak ki adımları yalpaladı, birden elleri üzerine düşerek toprağa hıçkırdı. Elleri... kanıyordu.
Buğulu gözlerini omzuna silip ayaklarına baktığında tıpkı avuçları gibi kanayan bazı yerleri görerek hıçkırdı. Hiçbir şey dilediği gibi olmayacaktı. Eğer o adamla gidecekse yaşaması mantıksızdı. O herif kaba bir domuzdan başka hiçbir şey değildi! Onun yanında ölürdü, gerçekten ölürdü ve işte o zaman hakiki mutluluğa erişmiş olurdu. Hem ellerinin hem de ayaklarının sızıları da dinerdi. Sonra yüreği de hiç ağrımazdı belki.
Ah... Oysa hayatı o kadar çok seven neşeli ve hayat dolu biriydi ki, Priyan'ın zulmü neticesiyle karşılaştığı şey yalnızca ümitsizlik oluyordu.
Yerdeki kumu avuçlayıp ayağının belli kısımlarına sürdü. Yüzü buruşmuştu. Kan akışı azalınca sandaletlerini giydi ve akşamüstüne kadar etrafta gezinmeye devam etti. Karnı acıkmış, vücudu hâlsiz düşmüştü. Dönmeliydi.
Eve babasından önce gelmeyi başarmıştı ki, onu görerek kalakaldı. Adamın gözleri onu bulduğunda artık nefes alamadığını hissediyordu Harry. Siyah ve beyaz karışımı uzun saçları, esmer teni arasında parıldayan altın dişi, sürmeli keskin koyu gözleri öylesine ürkütücüydü ki, gülüşü midesini bulandırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Rose of My Desert 𓂀 Larry
Romance"Çöle dönmüş hayatımda hançerden bir farkım yoktur, Harry." Piyade Louis, elindeki hançeri ahşap masanın üzerindeki güle geçirdi. Elini çektiğinde hançer, gülün ortasına saplanmış hâlde duruyordu. "Ve sen de hançerin zarar verebileceği en güzel şeys...