Harry, tam da bugün, Memfis'de birinci haftasını tamamlamıştı.
Bazı geceler cırcır böceklerinin sesiyle balkonun bir köşesine oturuyor, bacaklarına doladığı kolları eşliğinde ayın parlak yüzeyine bakınıyordu. Babasının ağarmaya başlamış sakallarını hatırlatan ay ve çevresindeki minik yıldızlar, her vakit küçük yüreğini burkuyordu. Kimi geceler yastığını âdeta göle çevirdiği yaşlar akıtır, kendi üzüntü ve derdini içinde yaşardı.
Onu, Tanrısından ve babasından başka kim anlayabilirdi ki?
Bir sabah yemeği için toplandıkları vakit, amcasının eşi, üç çocuğu ve amcası ile masada oturmuş, yemek yiyorlardı. Kendisi hep çekimser yediğinden olsa gerek, evin iki erkek çocuğu onun önüne hep yiyeceklerden iter, çeşitli yiyeceklerden yemesini isterlerdi. Harry hep utanır, hâlâ alışamamış olduğu bu yakınlık dolayısıyla içine gömülürdü.
Diğer kuzeni ise bir kız, Akila'ydı. Abilerinin böylesine ilgisini fark ettiği vakit, "Kör değil ki!" ya da "Kendi yiyebilir, bıraksanıza şunu!" gibi kırıcı ithamlar ediyordu.
Harry elbette bu ailenin arasına katılmış bir sığıntı olmaktan öteye gidemeyeceğini düşünerek sesini çıkaramıyor olsa bile, erkek kuzenleri tuhaf bir yakınlık ile kendisini koruyorlar, amcası Kheti sevgi göstermekten geri durmuyordu.
Erkek kuzenlerinin ikisi de kendisinden beş ve dört yaş büyüktü. Her zaman Harry'nin peşinde dolanmak isterler, ağzından çıkacak tek bir isteği beklerlerdi. Bazı zamanlar Horus kendisine, "Çok güzelsin, gözlerinin ahengi nedir böyle?" gibi iltifatlar eder, diğer kuzeni Min ise ona çeşitli hediyeler verirdi.
Burada, en azından böylesine değerli olan kardeşlik duygularını tattığı için bir nebze de olsa teselli buluyor, kuzeni Akila'nın ve annesi Dina'nın küçümseyici tavırlarını görmezden gelmeye çalışarak odasına çekiliyordu.
Bir öğlen vakti, odasında durmuş sıkıntı ile saçlarını tarar iken, odasının tâ içine ulaşan bir kalabalık gürültüsü ile kendine geldi. Hızlıca balkona koşturduğunda, ordu üssünde meydana gelen kılıç talimine rastladığını fark ederek ilgiyle izlemeye koyuldu.
Dirseklerini kenara yerleştirmiş, yanağını avuçlarına yaslayarak piyadelere bakındı. Siyah tenlisi, buğday tenlisi, esmeri... Her biri ayrı renk skalasında ama oldukça sert ve güçlü görünür vaziyette bu sıcacık güneş altında kılıç talimi yapıyordu. Kılıçların kulak tırmalayıcı tiz sesi, piyadeleri hiç de rahatsız eder gibi görünmüyordu, oysa kendisi bazen yüz buruşturuyordu.
Gözüne ilişen Piyade Louis'nin sureti ile âdeta kalbi gümbürdemeye başlamış, gözlerinin feri gelmişti. Burada, kocaman evde her şeye sahip olabilse de hem tuhaf ithamlara maruz kalmanın hem de bir sığıntı gibi hissetmenin getirdiği üzüntüyle öyle sıkılıyordu ki, evin içerisinde herkese karşı bir mahcubiyet hissetmesine sebep oluyordu. Aslında o kadar da çekimser biri değildi, bu yüzden bu üsse gidip en azından keyfinin yerine gelebileceğini, çünkü Piyade Louis'yle bir tanışıklığı olduğunu ve bu yüzden de yabancılık çekmeyeceğini düşünüyordu.
Evden ayrılıp yan binaya geçti. Binanın girişini iki asker kolluyor, diğer iki asker de çevresini mızrak ve kalkanları ile teftiş ediyordu. Kapı muhafızları elbette geçmesine izin vermeyince, "Ama lütfen, birazcık!" gibi ricalarla muhafızların iyi niyetini, tatlı ifadesiyle kullanmaya çalıştı.
İki muhafız yumuşamış olsalar da, "Olmaz," dediler. "Burası askeri bir üs. Eğer girerseniz, hem talimleri engellersiniz hem de talimler sırasında zarar görürsünüz."
Harry'nin ısrarına devam ettiği zamanda muhafızların arkasında bir piyade, Louis belirdi. Harry'yi görür görmez yüzüne bir gülüş yayılırken, "Bırakın bakalım, gelsin," dedi. "Ne istiyormuş görelim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Rose of My Desert 𓂀 Larry
Romance"Çöle dönmüş hayatımda hançerden bir farkım yoktur, Harry." Piyade Louis, elindeki hançeri ahşap masanın üzerindeki güle geçirdi. Elini çektiğinde hançer, gülün ortasına saplanmış hâlde duruyordu. "Ve sen de hançerin zarar verebileceği en güzel şeys...