X. Jealousy

66 29 26
                                    

Günler geçerken, Harry on dokuzuna basmış bir genç idi. Piyadeyle, onun her boş vaktinde buluşuyor, Nil kıyılarına gezintiye çıkıyorlardı. Kendisine hâlâ dostane yaklaşımlar sergilese bile, Harry bunun bir gün mutlak suretle karşılıklı sevgilere dönüşeceğinden emin olarak sabırla bekliyor, lâkin piyqdeye duyduğu duyguları toparlayarak ona sunabileceği kelâmlar edemiyordu.

Yine bir gün, Nil balıkçılarını nehrin kıyısından seyrederlerken, "Okuduğunuz şiirde bir şey dikkatimi çekti," dedi Harry. "Uzun zamandır sormaktan çekiniyordum."

"Neymiş o?"

"Birinin çehresini görmek istiyordunuz şiirde. Ona kokular sürmek istediğinizden bahsediyordunuz. Söyleyin lütfen... o kim?"

Keyifli bir gülüşle, "Kim olmasını dilerdiniz?" diye direterek, Harry'nin moral bozukluğu ile daha da keyiflendi.

"Bilmem... Bir sevgiliye yazılmış gibi duruyordu!"

"Demek o kadar açık etmişim..."

Şaşkınca ona döndü, yüreği birden sıkıştı. "Bir sevgili... öyle mi?"

"Elbette. Şiirler sevgiliye yazılınca güzeldir."

"Sevgili..." Yutkundu. Yüzünün rengi atmış, vücudu titriyordu. "Demek sevgili... Kim... Nerede peki? Güzel mi? O da sizi seviyor mu?"

"Seviyor mu bilmem, nerede onu da bilmem, güzel mi; işte onu hiç bilemem."

"Demek... demek hiç bilmediğiniz, yalnızca duyduğunuz birine hayran oldunuz," diye sitem etti, sesine yansımış kırgınlık ile. "Şanslıymış şu sevgili!"

"Ben o kadar da şanslı sayılmam, değil mi? Ne de olsa tanışmıyoruz, onu bilmiyor ve görmüyorum."

"Gidin, konuşun o zaman." Birden hiddetlendi, kollarını çözüp keskin gözleriyle ona baktı. "Belki şiirinizin karşılığını sevgisiyle verir sizlere!"

Oradan gitmeye yeltendiğinde, Louis birden kollarından tutarak kendisine çevirdi. Piyade hayrete düşmüş, lâkin keyifle gülüyor; Harry ise hiddetli bir şaşkınlık içerisinde kendini kurtarmaya çabalıyordu. Ancak piyadenin kuvvetli tutuşu, kendi güçsüz çabasının yanında epey kavi idi.

"Hayret ediyorum, Küçük Efendi. Şakamı anlamadınız mı?"

"Ne... Ne şakasından bahsediyorsunuz?"

"Sevgili hiç var olmadı. Var olmamış bir aşka, bir sevgiliye yazılan şiirdi bu. Şiir, sevgiliye yazılırsa güzeldir. Hiç olmamış birine bile yazılsa, kelâmların birleşmesi güzellik katar şiire. Hepsi bu."

Şaşkınlığı yüzüne otururken, yüreği mahcubiyetle büzüldü. Öyle kıskanmıştı ki, alayını anlayamayacak kadar puslanmıştı zihni. "Öyle mi..."

"Öyle ya!"

"Ben... afedersiniz."

Piyade, onun kollarını bırakarak geri çekildi. Harry'nin duygularını temelli anlamış olduğundan, bir mahcubiyet ve ikilem yaşıyordu.

Demek kıskandı beni... Hay Allah! Ne yapacağım şimdi? Bana hakiki sevgi beslediğini anlamaktayım artık! Yalnız kalmasın, mutlu olsun, onunla olmayı seviyorum diye boş vakitlerimde buluşuyordum. Lâkin... bu genç işi iyice değiştirmiş görünüyor. Bilmezliğe vermekten başka çarem nedir? Hayatımdan çıkarıp da onu tekrar üzmek istemem. Öyle nârin ki!

"Dönelim mi?"

"Ama..." Harry, biraz daha piyadeye yaklaşıp kolu altına sığınırken, piyade titreyen kolunu omuzlarına dolayıp kendine çekti. Gencin yüzüne gelen gül pembesi renk ile nasıl da utandığını, ona okuduğu şiirde sevgili denen meçhul varlığın gerçek olmadığına nasıl da sevindiğini anlamıştı. Ancak duygularını bilerek bu yakınlığı oluşturmak, eskisi kadar dostane gelmiyordu piyade için. Ona ümit vermekten korkuyordu.

The Rose of My Desert 𓂀 LarryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin