11. Bölüm

27 9 9
                                    


~

"Hayır yani sizin Allah'ınız yok mu? Bu ne yakışıklılıktır mübarek."

"Eğer her sabah bu görüntüyü göreceksem burada yaşarım bir ömür."

Uruk'a varmalarının üzerinden bir gün geçmişti. Tabii vardıktan sonra askerleri bir daha pek görmemişlerdi ama şuanda saat sabahın 8'i ve üst vücutları çıplak, onların hemen ilerisinde sıra halinde koşu yapan askerlerden gözlerini alamıyorlardı. Jeongin ve Jisung demir kapının orada ağızlarının suyu akarak konuşurken ikisi de kendinden geçmiş gibiydi.

İkilinin, heyecanla söylediği şeye Felix göz devirirken kaçamak bakışlar atıyordu o da. Arkadaşları arasında fark edilmediğini sansa da gayet belliydi onun da dikizlediği.

"Aman Allah sahibine bağışlasın bize ne?" diyen Seungmin'e göz devirmişti Jisung. "Ay salak mısın yaa? Kendine de beğensene bir tane ordan."

"Manavdan sebze mi seçiyoruz Jisung, beni delirtme."

"Tamam seni aseksüelliğinle başbaşa bırakıyorum ve yemek yemeye gidiyorum." Jisung, Seungmin'e cevap verdikten sonra ayağa kalktığında havlusunu omzuna atıp ıslak saçına elini daldırarak dağıtmış ve içeriye doğru ilerlemişti.

"Aman bu da ayrı orospu. Erkek görünce götü başı ayrı oynuyor." diyen Seungmin'e yanıt gecikmemişti.

"Seni duyabiliyorum libidosuz aseksüel bozuntusu!"

Felix ve Jeongin ikilisi onlara gülerken kendileri de ellerini yüzünü yıkamış ve havlularını omuzlarına almıştı.

Jeongin, köşeden doğru askerlere bakmaya devam ederken komutan Chan ile göz göze gelmiş ve hemen gözlerini kaçırarak geri önüne dönmüştü. Tabi komutan, onun askerleri dikizlediğini gördüğünden dolayı dişlerini sıkmış herkesi durdurup gür sesiyle konuşmuştu. "Herkes üstlerine tişörtlerini giysin. Diğer turu öyle koşacaksınız." bunu duyan askerler içten içe bir of çekerken bunu dışlarına yansıtmadan konuşmuşlardı. "Emredersiniz komutanım."

Jisung daha içeri girmeden duyduğu şeyle hızla bakışlarını o tarafa çevirirken dudaklarını büzüp kaşlarını çatarak konuşmuştu. "Hayır yaa, niye giyiniyorlar gelince yine izleyecektim? Minho çok seksiydi böyle."

Diğerleri onu umursamadan kendi işlerine devam ederken Jeongin, inanmak istemese de neden Chan'in onunla göz göze geldikten sonra öyle bir şey yaptırdığını anlamamıştı. Kıskanmış olamazdı öyle değil mi?

Sevgilisi yok muydu onun?

Jeongin, düşüncelerini atmak için kafasını iki yana sallarken diğerlerinin de işlerini bitirdiğini fark ederek durduğu yerde doğrulmuştu. Burada bir tek o dördü kalmıştı, çünkü gelen diğer  gönüllüler çoktan yemek yemek için yemekhane kısmına gitmişlerdi.

"Hadi biz de gidelim mi?"

"Evet geç kalmasak iyi olur, diğerleri işe konulduğunda biz geride kalmayalım." diyerek ayağa kalkan Seungmin'le hepsi yemekhaneye doğru ilerlemişti.

Savaş alanında olmasına rağmen tarihi ve estetik görünen binanın içine girdiklerinde boydan boya uzun olan masada, diğer gönüllülerin olduğu kısıma ilerleyip oturmuşlardı.

"Ay siz de gördünüz mü askerlerii? Çok havalılardı." diyen bir kıza gülerek cevap vermişti Jisung. "Evet evet. Bayağı seksilerdi."

"Var ya her sabah bu görüntüyü göreceksem temelli yaşamaya razıyım." diyen genç doktora herkes gülmüş ve hastaneden arkadaşı olan Felix, cümlesine ithafen konuşmuştu. "Aynı şeyi az önce Jeongin de demişti."

"E doğru ama şimdi. Erkekler de maaşallah."

Hepsi yemeklerini yerken bir yandan da sohbet ettiklerinde artık kalkma vakitlerinin geldiğini anlayarak kalkmışlardı.

Hastane işlerini yürütmek için kurulmuş büyük çadırlara girdiklerinde her biri ellerindeki çantaları bir masaya koymuş ve hastane araç gereçlerini çıkarmışlardı. Seungmin ve Jisung ise kendilerine verilen bir ciple kasabaya inmiş, orada bulunan karakol veya adliye tarzı yerlere bakmak için gitmişlerdi.

Jeongin ve Felix ise diğer doktorlarla beraber askerlerden, bir virüs veya benzeri bir şey olup olmadığını kontrol etmek için kan almaya gelmişlerdi. Onlar kendilerine ait olan masaya ilerleyip çantalarından çıkardıkları boş tüpleri masaya dizerlerken askerler sırayla herhangi bir masanın önüne geçip bekliyorlardı. 

Jeongin ve Felix masada yan yana oturmuş, askerlerden sırasıyla kan almaya başlamışlardı.

"Selaam. Jeongin'din sen değil mi?" diyerek kolunu açmış ve Jeongin'in karşısına oturan askerle Jeongin gülümsemiş ve cevaplamıştı. "Evet. Siz de Herkül (Jin) olmalısınız?" dediğinde karşısındaki asker gülerek cevaplamıştı. "Ta kendisi."

Jeongin, ince uçlu iğneyi karşısındaki sert deriye batırdığında karşısındaki askerin yanında bir gölge hissederek saniyelik oraya bakmıştı. Fakat saniyelik bakışla bile Jeongin'in kalbi atmayı bırakmış gibi nefes alamazken karşısında duran kıdemli üsteğmen Chan'dan gözlerini kaçırmış ve kanla dolmuş tüpü kenara koyup iğneyi çıkarmıştı.

Asker oturduğu yerden kalmış ve kanayan koluna pamuk bastırarak çadırın çıkışına ilerlerken onun bıraktığı boş tabureye Chan oturmuştu.

Kamuflaj gömleğini sıyırmış olduğu kaslı kolu gözler önüne serilirken gördüğü belirgin çizgilerin damar değil de navigasyon olduğunu geçirmişti içinden. Bu Jeongin'i sevindirirken, en nefret ettiği şeyin kan alırken damarı bulamama olduğunu düşünerek iğneyi batırmıştı koluna. 

Komutan, pür dikkat karşısındaki genci izlerken Jeongin, asla yüzüne bakmıyor ve kafasını aşağı eğerek tüpü dolduran kanı izliyordu. Komutan, bunun farkındalığıyla sırıtmış ve iğnenin kolundan çıkmasıyla ayağa kalkmıştı. 

Jeongin, karşısındaki büyük bedenin ayaklanmasıyla sıradaki kişiye bakmış ve arkasını dönerek giden adamın arkasından belli belirsiz bir bakış atmıştı.

O sırada yanındaki Felix, karşısında oturan üstçavuş Hyunjinle boğuşmaktan kan alamıyordu.

"Damarını bulamıyorum." diyen sarışın gence ağzını açarak bakmış ve gözlerini koluna çevirerek konuşmuştu. "Nasıl ya? Hakaret sayarım bak. Görmüyor musun?" Sarışın genç, iğneyi kolunda gezdirirken karşısındaki askerin üst kolunu eliyle sıkmış ve daha dikkatli bakmaya başlamıştı. Asker kafasını geriye atmış beklerken daha fazla dayanamayarak gencin iğne tutan elinin üstüne elini koymuş ve bir an da iğneyi koluna batırmıştı. Sarışın genç bir an da "Hii!" dediğinde şaşkınlıkla karşısındaki askere bakmıştı. Fakat yaşadığı farkındalıkla geri önüne dönmüş ve tüpü kanla doldurmaya başlamıştı. Zamanında uyuşturucusuz dikiş attıran adamın bir iğneden canı acıyacağını düşünmek aptallık olurdu.

Tüpün dolmasıyla iğneyi çıkarmış ve koluna pamuk bastırmıştı askerin. Asker, işinin bitmesiyle ayaklandığında gencin kulağına doğru fısıldamıştı. "Bir dahakine dambıl kaldırıp gelirim kan vermeye." 

~

Tmam bi 10 bölüm bu şekilde gider sonrası allah kerim

  Görüşürüz Chan enayileri

  Çin Chan Çon ile kalın...

War Of Hearts / SKZ BTSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin