15. Bölüm

15 5 8
                                    


~

"Başkan yaşıyor, kurtuldu!"

Bu üç kelime zamanı durdurmuş gibi herkes sessizce beklerken koruma olan adamın tek yaptığı şey silahını geri beline takıp kafasını Jisung'a doğru çevirerek, "Şansına küs, öldüremeyeceğim seni." demesiydi.

Jisung, adamın bu dediğine göz devirirken hiçbir şey demeden ayağa kalkmış ve ayakta duran Minho'nun hemen yanına geçmişti. Aralarındaki boy farkı fazlasıyla komik dururken Jisung, kollarını önünde bağlamış bir şekilde adamların bir an önce gitmesini bekliyordu.

"Başkanınız da kurtulduğuna göre artık olay çıkarmazsınız diye umuyoruz. Zira sizi daha fazla burada tutmayacağımızdan emin olabilirsiniz." Komutan Chan, dik ve emin bir ifadeyle konuştuğunda tüm askerler aynı onun gibi dik bir duruşa bürünmüştü.

"Ne yalan söyleyeyim bunu başarabileceğinizi düşünmüyordum. Size minnettarız."

"Of hadi tamam defolun gidin artık."

"Efendim?"

"Geçmiş olsun diyorum. Bir dahakine düşmanlara karşı daha dikkatli olursunuz."

Jisung, dayanamayıp adama laf söylemeye devam ederken yanına gelen Seungmin'in onu dürtmesiyle adama karşı sahtece gülümsemiş ve sorusuna karşı yanıt vermişti.

"Evet haklısınız. Daha dikkatli olmalıyız."

Olayın ardından 2 gün geçmiş ve ortalık biraz daha durulmuşken doktorlar ve askerler her zaman ki işlerini yapıyor, Jisung ve Seungmin ise sürekli olarak şehre inip oradaki polislere destek oluyorlardı.

Tabii bunlar olurken bir yandan da aralarda çekimler de devam ediyordu.

"Ya bence bunu şu şekilde koyabilirsin."

"Başçavuş Hyunjin, rica ediyorum benim işime karışma!" Felix, sakin fakat sert bir ses tonunda, tabiri caizse götünde dolanan Hyunjin'e karşı söylenirken bu Hyunjin'in asla umrunda değildi.

"Sadece öneri de bulundum. Niye kızıyorsun?"

"Tam 2 saattir sürekli bu tarz 'önerilerde' bulunduğun için olabilir mi?"

Hyunjin oflayarak boş odanın ortasındaki sandalyeye otururken, suçlu bir çocuk gibi Felix'e alttan alttan bakışlar atmaya başlamıştı. Felix ise bunu fark edip ona 'ne var' bakışı atarken kafasını iki yana sallamıştı.

Hyunjin ise dudaklarını büzerek "Bir şey yok," demiş ve ardından devam etmişti. "Birçok şey var."

Bu dediği Felix'in saliselik bir tebessüm etmesini sağlarken kollarını önünde bağlayıp kalçasını, arkasındaki uzun masaya yaslamıştı.

"Bunlardan biri de sana yüz vermemem falan mı?"

"Hm hm. Evet." Hyunjin, büzülü dudaklarının ardından konuşup kafasını aşağı yukarı sallarken Felix, derin bir nefes vermiş ve devam etmişti.

"Peki hiç sordun mu acaba neden diye?"

Bu dediğiyle Felix kollarını daha da sıkabilirmiş gibi sıktığında Hyunjin kafasını eğerek bir şey dememişti. Felix haklıydı. Fakat Hyunjin, senin iyiliğin için diyemedi Felix'e. Sadece sessiz kaldı.

"Biliyorum. Haklısın. Ama inan geçerli sebeplerim vardı."

"O zaman söyle o çok geçerli sebeplerini."

"Söyleyemem. Şuan da değil, olmaz."

"Kızım ben belalıyım triplerine de girecek misin?" Felix sinirli fakat alaylı bir tonda konuştuğunda Hyunjin sırıtarak ona bakmıştı.

"Tüh bak lafı ağzımdan aldın."

Felix, onun bu tavrına göz devirmiş ve hafif sırıtışını Hyunjin görmeden kafasını başka yöne çevirmişti.

Onlar bu tempoda devam ederken dışarıda kavga eden ikiliden de bi haberlerdi. Üsteğmen Namjoon ve başçavuş Jin...

"Hayır yani bir ismini bile koyamadık doğru düzgün. Sürekli, ha şu zaman yaparız ha bu zaman yaparız diye diye kaç yıl geçti. Bari nikah yapalım hemen bitsin diyoruz o da olmuyor. Ne zaman evleneceğiz biz?" Jin, sinirli fakat sakin bir tonda konuştuğunda Namjoon, hiçbir şey demeden dinliyordu karşısındaki sinirli sevgilisini. Bir şey diyemiyordu çünkü haklıydı.

Kendisi de bu durumdan şikayetçiydi fakat sevgilisi kadar sinirini dışa yansıtan birisi değildi ve bu yüzden sanki kendisi umursamazmış gibi görünüyordu. Hâlbuki kendisinin Jin'den bile daha çok umursadığını kendisi de biliyordu fakat ona kanıtlayamazdı bunu..

"Bir şey söyle Namjoon. Bu gidişle elimizde değnek götümüzde bezle tın tın yürüyerek evleneceğiz. Tam 'evet' diyeceğimiz sırada da birimizin takma dişleri fırlar onu ararız bi de o düğün vaktinde."

Jin'in kendi kendine kurduğu bu hayal Namjoon'un gülmesine sebep olurken Jin ona bakmış ve kendisi de gülmüştü.

"Gülme Namjoon! Ne gülüyorsun?"

"Sen de gülüyorsun ama."

"Ben sinirimden gülüyorum!"

"Tamam kızma."

Namjoon gülmesini durdurmaya çalışarak elini ağzına götürdüğünde yüzü eski haline bürünmüş ve ciddi fakat şefkatli bir tonda konuşmuştu.

"Ben istemiyor muyum sanıyorsun, hatta en çok ben istiyorum. Ama olmuyor işte, gerçekten de sürekli bir iş çıkıyor vakit olmuyor. Düzgün bir izin günümüz de yok ki o sırada evlenelim."

Jin, kollarını kendine sararak oflamış ve konuşmuştu.

"Senin de istediğini biliyorum. Ama artık vaktinin geldiğini düşünüyorum. Bir türlü evlenemiyoruz. Her gün işteyiz."

"Maalesef, kolay bir iş yapmıyoruz. Ama üzülme, önemli olan bir imza mı yani? Herkes bilmiyor mu bizim sevgili olduğumuzu? Üzülme sen, illaki evleneceğiz."

Namjoon, konuşmasını bitirdiği gibi kollarını Jin'e sardığında, Jin de kendisine sardığı kollarını çözüp Namjoon'un beline sarmıştı. Haklıydı.

Önemli olan kağıttaki imza değil kalpdeki sevda idi...

"Özür dilerim. Sana çıkışmak istememiştim."

"Biliyorum sevgilim."

~

Biraz kısa bi bölüm oldu ama sorii bayağıdır bölüm atmıyorum ve çok boşladığım için hemen yazıp atmak istedim. Çünkü daha diğer kitaplara da bölüm yazmalıyımm

Umarım iyisinizdiirr

Görüşürüz Chan enayileri

Çin Chan Çon ile kalın...

War Of Hearts / SKZ BTSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin