Otobüsten inip karşı kaldırama geçtim. Ara sokağa sapıp karşımda ki yeşil çitli duvarın tam ortasında duran, cilalı ahşap kapıyı araladım. Bu iki katlı müstakil binanın şirin ve hoş bahçesine adımladım. Nagehan bana arkası dönük semaverin altına odun doldurmakla meşguldü.
Bahçeye kahvaltı sofrasını çoktan kurmuş, bir yandan semavere bakarken diğer yandan ortalıkta koşturan çocuklarına laf yetiştiriyordu. Bundan sebep benim bahçeye girdiğimi dahi duymamıştı.
Arkasından usulca yaklaşıp, belinden kavrayıp kulağına " öcüüü," diye bağırdığım da bir hışımla, korkuyla karışık arkasını döndü. Beni görünce elindeki odunları bırakmadan boynuma sarıldı.
Çok yakın arkadaş olmamıza rağmen sürekli görüşemiyorduk. Onun müsait olup, benim izinli olduğum zamanların aynı ana denk gelmesi nadirdi. Birbirimize sımsıkı sarılıp hasret giderdikten sonra, nihayet ayrılabilmiştik.
Nagehan benden ayrılıp bir adım geriye gitti. Fakat öfkesi gözlerinden okunuyordu. Hâlâ elinde tuttuğu odunu bana doğru sallayarak devam etti.
"Seni akrep seni! Bu kızlar yetmiyor, birde sen başıma çıktın." Ellerini semaya açarak lafını sürdürdü. " Ey güzel Allahım ne suçum vardı da bu üç akrebi başıma musallat ettin?"
Kelimeleri bittiğinde ikimizin de ağzından kahkahalar dökülmüştü. Nagehan'ın kızları da benim gibi kasım ayında doğmuş, onlarda akrep burcu olmuşlardı.
Hâl hatır kısmından sonra sofraya geçtik. Nagehan çayları doldururken, bende çocukların tabaklarına istedikleri şeylerden koyuyordum. Nagehan'ın büyük kızı Rüya'yla sohbet ediyorduk
"Kolyeni nerden aldın Hülya abla. Saçlarını nasıl düzleştirdin Hülya abla? Daha dokuz yaşında olduğundan sorduğu sorular beni eğlendiriyor, keyifli vakit geçirmemi sağlıyordu. Nagehan çayları dağıtırken kızı Rüya'ya dönerek devam etti.
"Abla değil kızım teyze diyeceksin." derken sırıtıyordu.
"Ama anne o evli değil ki bence teyze olmak için çok genç." diye kızından karşılık alan Nagehan ikimize birden pis pis bakmaya başladı.
" Gıcık akrepler ne olacak, hemen bir dayanışma falan." Lafı bittiğinde söze ben girmiştim. Yüzüm de keyifli ve muzip bir gülümsemeyle
"Rüya sen annene bakma kuşum. Abla de bana. Anan da çatlasın." Rüyayla kakalarımız karışınca Nagehan ikimize birer zeytin fırlattı. Hedefi tutturamayınca bu kez biz iyice keyiflenmiştik.
Kahvaltımız böyle uzayıp gitmişti. Bol kahkahalı, Nagehan'ın ara ara sinirlendiği fakat sonunda herkesin doyduğu güzel bir kahvaltı olmuştu. Çocuklar sofradan kalkıp, oyuna dalmış, bizde sofrayı toparlayıp kahve yaparak tekrar bahçeye çıkmıştık.
Masaya kahveleri yerleştirip karşılıklı oturduk. Birer sigara yakıp kahvelere uzandığımızda Nagehan gözlerini kısarak bana imali imalı bakmaya başladı. Dilinden dökülecekleri merak ediyordum.
"Ee gönül işleri nasıl bakalım?" diye sorunca, derince bir iç çektim istemsizce.
"Bilmiyorum. Daha kesin bir şey yok!" kestirip atmıştım. Bu konu canımı sıkar olmuştu. Halbuki ben çok net bir insandım. Ya siyahtım ya beyaz ama asla gri değil.
"Bir şey yok öylemi? Bana baksan sen! Kızım sen bu adam için kaç gündür hastane ev arasında mekik dokuyorsun. Bir de bir şey yok diyorsun."
"Tam emin değilim diyelim. Sadece ölecek olması çok etkiledi beni. Biliyorsun tam babamı kaybettiğim gündü onun ameliyatı. Acıdım, vicdan azabı duydum herhalde."
"Eminim öyledir. Sen bu çocuğa karşı boş değilsin. Sürekli birilerini reddedip duruyorsun zaten. Hem evlen artık senin bizden neyin fazla kızım, biz çekiyoruz sende çek!" Diye saydırınca ikimizde gülümsemiştik. Keyif kahvelerinin sonuna yaklaşmıştık. Saat epey ilerlemişti. Akşam olmadan eve dönmem gerekiyordu. Öyle ki İstanbul'un bir ucundan diğer ucuna gelmiştim ama sohbet daha cazip geliyordu şuan.
"Sence ne yapmalıyım?" soruma karşılık Nagehan suratıma ifadesizce baktı. Yüzüne bir gölge yerleşti. Fakat aynı saniyede kayboldu.
"Bunu bana sen mi soruyorsun? Sen Hülya'sın silkelen ve kendine gel. En büyük akrep sensin." Deyip gülümsedi. Ay bu kız beni deli edecekti. Derin bir nefes alıp devam etti.
" Git açıl çocuğa. Seviyorsan söyle, ne kaybedersin."
"Ya aksi yanıt alırsam?" ne ara bunları düşünür olmuştum. Kendime şaşırıyordum.
"Bu çocuk gece bahçende nöbet tutmuş, sana sufle yapıp getirmiş, illa itiraf mı etmesi gerek belki çekiniyordur?"
"Kocaman adam çekinir mi be!"
"Niye ona bakarsan sende kocamansın. Pek göstermesende üç onluksun artık."
"Bilmiyorum. Bence bu hastane sürecinde ben yeterince adım attım. Ondan bir hamle gelmedikçe, bir şey yapmayacağım."
"İyi o katır inadına birlikte otur pinekle." Nagehan'ın keçiler gene çıkmıştı dağlara delirmek üzereydi.
"Kızma hemen ya. Sadece bir süre daha temkinli davranacağım. Zaman gösterecek artık. Sen hamile falan mısın? Sürekli kızıp duruyorsun bana hormonel bir şey mi?"
"Ne hamlesi ya üç tane var zaten." Öfkesi barizdi.
" Ne bileyim kızım sürekli kuluçkaya yatıyorsun. Korktum bir an." Lafım bitince Nagehan bu kez canımı yakacak şekilde kolumu çimcirmişti . Acıyla kolumu ovuştururken bir yandan da gülümsüyordum.
Keyifli geçen bir günün ardından eve varabilmiştim. Bana da bir soluk alma fırsatı doğmuş, kafamı azcıkta olsa dağıta bilmiştim. Sahi ne yapmalıydım? Gidip açılsamıydım yoksa bir süre bekleyip hislerimin durulmasını mı beklemeliydim. Kafam allak bullak olmuştu. Anahtarı kapı kilidine takıp çevirdim. İçeriye adımlarken telefonum çalmaya başlamıştı. Kesin Nagehan eve varıp varmadığımı sormak için aramıştı. Çantamdan telefonuma uzanırken kapıyı kapatıp, anahtarı portmantodaki kutuya bıraktım. Ekrana gözlerim kayınca ağzım hayretle istemsizce açıldı.
Çam yarması..... arıyor....
Bir süre telefon elimde öylece kalakaldım. Bu esnada telefonun melodisi susmuştu. İkinci kez telefonumun sesini duyunca bulunduğum transtan çıktım.
Çam yarması.... arıyor....
Bu kez çok beklemeden telefonu açıp kulağıma yerleştirdim. Bu esnada seslice yutkunmuştum. Barış'ı normal odaya geçeli bir hafta oluyordu. Bu gün yarın taburcu olurdu. Sesimi sabit tutmaya çalışarak cevapladım.
"Efendim.."
"Hülya?"
"Evet, Barış?"
"Ben merak ettim sadece. Bu gün gelmedin. İyisin değil mi?"
"Evet gayet iyiyim. Arkadaşıma gitmiştim ondan gelemedim."
"Bizim çocuklara haber vermemişsin, bir şey oldu sandım." Beni merak etmesi hoşuma gitse de kullandığı son cümleyle damarıma basmıştı. Allahallah ne zorunluluğum var acaba haber verecekmişim bir de. Haspama bak sen. Boğazımı temizleyip devam ettim. Öfkem kabarmaya başlıyordu.
"Aa bilmiyordum, kusura bakma ne olur. Bir dahakine dilekçe de yazarım." Neden iyileşti ki bu ne güzel sessiz sedasız yatıyordu. Diye geçirdim içimden Barış'ın sesi tekrar doldu kulaklarıma. Sesi biraz mahcup geliyordu bu kez.
" Hülya! Öyle demek istemediğimi biliyorsun. Merak ettim. Yanlış anlama lütfen." Haspama bak sen birde üste çıkmaya çalışıyor. Sakin ol Hülya ne diye parlıyorsun çocuğa, merak etmiş. Diyen iç sesime ufaktan bir siktir çaldım.
"O zaman söyleyiş tarzına dikkat edeceksin. Şimdi biraz işim var müsaadenizle Barış hazretleri."
"Hülya.." Barış'ın telefonun diğer ucunda çaresizlik akan sesini sezebiliyordum. Adamı arayacağım pişman etmiştim. " Yarın taburcu olacağım. Eğer gelirsen beni mutlu etmiş olursun."
"Yarın iş görüşmem var duruma göre haberleşiriz." Dedim sabit ve duygusuz bir sesle.
"Peki.. bekliyor olacağım." Barış'ın son sözleri olmuştu bunlar. Bense hiçbir şey demeden aramayı sonlandırmıştım.
Kalbimden geçenler tam olarak neydi. Bu adamın her sözü bende bir diken etkisi yaratıyor her an patlamama neden oluyordu. Fakat bunun aksine ona karşı çok değişik bir çekim hissediyordum. O hasta yatağında yatarken onu sevdiğimi, hatta âşık olduğumu sanıyordum. Ama o gözlerini açıp hayata karışınca hislerimin üzerine büyük bir gölge inmiş, kafam ve kalbim birbirine zıt olarak hareket etmeye başlamıştı. Bana zaman gerekti. Belki de ondan bir hamle bir adım. Daha kaç adim atması gerektiğini bilemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NAZENDE
HumorÇenesinden tutup başını kendisine doğru çevirdi. Gözlerinin içine bakarak devam etti. "Bana hâlâ küsmüsün nazende ?" Sinirli bakışları devam etti genç kadının. Karakterinin tam zıttı bu yakıştırmayı hiç sevmiyordu. Ama o kara gözlü esmer inadına o...