10 Vuslat

48 9 1
                                    

Niye karanlıktı her yer? Bu duvarlar boş, zaman anlamsız. Beynimin içinde dönen acı çığlıklar. Barış'ın üzerime, ellerime bulaşan kanı. Sonra yavaşça açılan o kapıdan, sedyede bütün vücudu örtülü bir şekilde çıkan cansız beden. Ruhum çekiliyordu adeta. Parmaklarım uyuşmaya başlamış, göz kapaklarım ağırlaşıyordu. Tanıyamadığım bir çok yüz, birbirine karışan ağıt vâri çığlıklar. Başıma bu da gelmişti demek. Daha tam manada bulamamışken kaybetmek...

"Hülya! Hülya!"

Kulaklarıma çalınan sesle birlikte aynı zamanda omuzuma bir el dokunuyordu. Sanki beni incitmekten korkuyormuşçasına nazik ve şefkatliydi. Zuhâl hanımdı bu sesin ve dokunuşların sahibi. Sesi o kadar yorgun, naif ve kırılgan geliyordu ki. Beni alt üst eden kabustan uyanmamı zar zor sağlamıştı. Yavaşça bilincim şu anki zamana döndü. Göz kapaklarımı kırpıştırarak zor da olsa araladım. İçinde bulunduğum yerin loş ve sıcak ışığı girdi önce görüş alanıma. Hemen ardından kafama bir balyoz inmişçesine saplanan ağrı takip etti.

Dün gece sabaha karşı girdiğim bu hastane mescidinde uykuya dalmıştım. Bedenimin ve başımın sol tarafı duvara yaslı, dizlerim karnına kadar çekilmiş, kollarımla bacaklarımı sarmıştım. Kaskatı kesilmiş bir şekilde ağlamaktan bitap düşen vücudum, dayanamamıştı. Belki de kendini kapatmıştır acıyı dizginlemek için.

Başımı hafif sağa, sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Zuhal hanım dizlerinin üzerine çöküp benim hizama inmişti. Yüzünde buruk bir gülümseme vardı. Bu kez elleri dağılmış olan saçlarıma gitti. Nazikçe ve usulca okşadı onları. Gözleri gözlerime değdiğinde gülüşü genişledi. Gözleri parladı bir an.

"Gözümüz aydın kızım. Barış ameliyattan çıktı."

Ölmemişti demek. Yaşıyordu hâlâ. Kalbimde bir an bin tonluk bir baskı kalktı sanki. İçimde hapsolmuş kuşlar özgürlüğe kanat çırptı. Beynimin içindeki zelzeleler durdu. Gönlümde ırmaklar tekrar akmaya başladı.

Heyecanla Zuhâl hanımın boynuna dolandı kollarım. Her tarafımın sızlamasını umursamadım. Göz pınarlarım bu kez mutluluktan çağlıyordu. Yerimden nasıl kalktım? Onca koridoru nasıl arşınladım hiç bilmiyorum. Yoğun bakım katındaydık. Olcay ve abimin önünde durduğu kapıya takıldı gözlerim. Kapının yanındaki geniş camdan Ömer ve Musa içeriye bakıyorlardı. Musa'nın bir eli canım pervazında, diğer eli ise alnında başını ovuşturuyordu. Anlaşılan Fatih gitmek zorunda kalmıştı. Abim ne zaman geri geldi acaba.

Abim beni gördüğünde yanıma koşar adımlarla gelip, kollarını bana doladı. Başıma usul bir kaç öpücük kondurup devam etti.

"Kurtuldu bak kızım. Sende iyi olacaksın. Üzülme artık. " dedi telkin eder gibi sakin bir sesle.

Abimin kollarından sıyrılıp odanın içine bakan cama doğru yöneldim. İçerideki manzarayı görmeye yüreğim dayanırmıydı bilmiyorum ama yine de gözlerim içeriyi taradı. Hasta yatağında gözleri kapalıydı öylece. Yanı başındaki monitörden belirli aralıklarla ışıklar yanıp sönüyordu. Belinden üstü çıplaktı. Ameliyat sargıları üst bedeninin yarısını kaplamıştı. Çeşitli kabloların yani sıra birde yan tarafından bir direnaj sarkıyordu. Vücudunun diğer yarısını örten hastane örtüsü altında kıpırdamadan yatıyordu. Rengi solmuş, saçları dağılmıştı. Yüzündeki solunum maskesi dudaklarını perdelemişti.

Kalbim kanıyordu. Ama o kan durup içine kuşlar yuva yapacaktı. Buna emindim. Rabbim onu bana bağışlamıştı. Yüzüme buruk bir tebessüm oturduğunda ellerim karşımda duran adama dokunacakmışım gibi cama uzandı. Gözlerimden birer damla yaş firar etti. Fakat daha fazla ağlamayacaktım. "Ah be Çam yarması alacağın olsun bunun acısını, akıttığım bu yaşların, orada öyle umursamazca yatmanın hesabını senden soracağım" dedim usulca. Kendi kendime.

NAZENDE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin