Hastane personelinin getirdiği tekerlekli sandalye ye oturması için zor ikna etmiştik Barış’ı. Asansörle giriş katına inip çıkışa doğru ilerledik. Bu esnada Ömer tekerlekli sandalyeyi bana bırakarak arabayı getirmek üzere bizden önce çıktı. Olcay’ın elinde eşyalar vardı. Musa ise bu evrenden çokta kopmuştu.
Çıkıştakı rampaya doğru ilerlerken, Olcay öne geçip elindeki eşyaları yere bırakarak telefonuna sarıldı. Sanki Barış ‘a bir an göz kırpmıştı ama tam yakalayamadım. Sonra devam etti.
“Az dursanıza sizin bir fotoğrafınızı çekeyim .” dediğinde şaşırsam da bozuntuya vermedim. Barış’ın keyfi yerindeydi sesi keyifli çıkıyordu.
“Çek çek ileride lazım olacak!” dediğinde beni gıcık etme derdinde olduğunu anlamıştım. Kulağına eğildim. Bir yandan da Olcay'a poz vermek için gülümsüyordum.
“Bana bak çam yarması Allah yarattı demem atarım seni bu merdivenlerden aşağıya .” Dememle Barış’ın dudaklarından çokta sessiz olmayan bir kahkaha döküldü.
Arabaya Barış’ı yerleştirip bende yan tarafına kuruldum. Ömer arabayı sürüyordu. Musa ve Olcay ilaçları vs almak için diğer arabadaydılar. Biraz ilerlemiştik ki Barış kucağımda olan elime uzanarak ikimizin arasına çekti ve sımsıkı tuttu.
Elimi çekemedim. Sanki nefeste alamıyordum. Bana nasıl izinsiz dokunabilirdi. Sadece elimi tutmuştu evet ama daha bir adımız yoktu. Arkadaş olamayacak kadar yakın, sevgili olamayacak kadar uzaktık.
Yarım saatlik yol yarım asır gibi gelmişti adeta. Elimi çekememiştim bir türlü. Yüzüne dahi bakamamıştım. Fakat onun şuan zevkten dört köşe olduğu, ameliyatlı olmasına rağmen dik oturuşundan belliydi.
Araba evin önüne geldiğinde , karşımda ki yapıya hayranlıkla baktım. Dubleks bir evdi burası, bahçesi gayet bakımlı, etrafa senkronize bir şekilde dizilen saksı çiçekleri oldukça hoştu. Bahçeye girdiğimizde, Ömer arabayı park edip çoktan yanımızda bitmişti. Barış gayet rahat yürümesine rağmen, Barış’ın kolunun altına girerek yürümesine destek verdi.
Kapı ziline uzandıktan kısa bir süre sonra kapıyı Zuhâl hanım açmıştı. Oğlunu gören kadının gözlerinin içi parladı resmen. Hastaneye çok gelemiyordu Nisa yeni doğum yaptığı için. Daha sonra bu parıltı yerini endişeye bırakmıştı. Sesini sabit tutmaya çalıştığı belliydi.
Bir adım öne gelerek oğluna usulca ama kocaman sarıldı. O an annemi özlediğimi hissettim. Dolmuş ama mutlu gözlerle devam etti.
“Hoş geldin oğlum!”
Onu kucaklayan annesine şefkatle sarılan Barış annesinin saçlarına bir öpücük kondurdu.
“Hoş bulduk Zuhâl sultan. Müsaade ette içeri geçelim.” Diye cevapladı muzipçe. Zuhâl hanım oğlundan ayrılıp biraz geri çekildi. Barış içeriye yavaşça adımlarken, gözleri beni buldu. Hafif bir tebessüm sundu.
“Sen de hoş geldin kızım.” Diyerek beni içeri davet etti. Bende ona kibarca cevap verirken, Zuhâl hanımın gözleri Ömer e kaydı. Çaresizce alt dudağını dişlerken başını salladı. Ömer’in bakışları bir an karardı. Neydi bu şimdi. Kötü bir şey vardı da sanki bu tavır onlar arasında bir şifreydi.
“Ömer oğlum sende hoş geldin. Barış’ı hemen odasına mi çıkarsan salona girmese.”
Dediğini duyduğumda bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım. Hayır olsun inşallah. Barış'ı takip ederek salon olduğunu düşündüğüm yere doğru yürüdüm. Ömer ne kadar acele etse bile, Barış yukarıya çıkan merdivenleri es geçip oldukça büyük olan salon kısmına adımladı.
Az sonra Barış’ın adımları sanki yere çivilendi. Tam onun arkasında olduğumdan içerideki manzarayı göremiyordum. Bir kaç adım yana atıp Barış’ın sol tarafına geçtim. İçeriye baktığımda, oldukça geniş olan bu salon ada şeklin de bir tezgah ve yemek masasıyla mutfaktan ayrılıyordu. Zevkle döşenmiş koltuklar, kenardaki şömine, ortada ahşap sehpanın altındaki dokuma halı. Neydi bu kadar şaşırtan onu?Nisa ve genç bir kadın daha vardı içeride. Muhtemelen Nisa’nın arkadaşıdır. Çünkü şu anda Barış Efe’yi kollarında tutuyordu. Nisa abisini görünce usulca oturduğu kanepeden kalkarak, abisine doğru yürüdü. Abisine sarıldığında, Barış ona karşı çok soğuk davranmıştı. Şaşırmıştım.
Hâlâ kanepenin diğer ucunda kucağındaki bebekle oturan kadındaydı gözleri. Kadın onu gördüğü ilk anda yapay bir gülümseme yaymıştı suratına fakat Barış’ın hareleri kararmaya başlayınca bu gülüş yerini endişeye bıraktı.
Barış çok düşük bir perdeden boğuk şekilde çıktı sesi. Sanki kendini kontrol etmek ister gibi.
“Hasbinallah.” Sesindeki o boğukluk ve ruhsuzluk benim bile iliklerime işlemişti.
Nisa abisinden uzaklaştı fakat ağzını bıçak açmamıştı. Zuhâl hanım çaresizce oğluna seslendi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
NAZENDE
MizahÇenesinden tutup başını kendisine doğru çevirdi. Gözlerinin içine bakarak devam etti. "Bana hâlâ küsmüsün nazende ?" Sinirli bakışları devam etti genç kadının. Karakterinin tam zıttı bu yakıştırmayı hiç sevmiyordu. Ama o kara gözlü esmer inadına o...