Elimdeki kitabın son sayfasını okuduğumda ağlamak üzereydim. Kim elfler ile ilgili bir kitabın sonunda ağlardı ki? Üstelik kötü sonla bile bitmiyordu. Karakterler aşklarını doruklarında yaşarken halk da hayatına mutlu mesut devam ediyordu. Peki bu beni neden bu kadar duygusallaştırmıştı?
Eğer dürüst olmam gerekiyorsa -ki olmamak için bir sebep göremiyordum- asıl sorun benim hiçbir zaman böyle bir şeye sahip olamamam ve asla da olamayacağımı düşünmemdi. Elf kralına değil tabii ki. Gerçek aşka... Hoşlandığım kişiler bunu anında fark ediyordu. Sonuç olarak benimle ilgilenmiyorlardı ve ben de kendi beynimde onlara müthiş özellikler yüklüyordum. Birkaç hafta üzülüyor sonra da gerçekte nasıl olduklarını gördüğümde platonik aşk acım bitiyordu.
Asla bunun ötesine geçememiştim. Yirmi bir yaşındaydım ve hiç âşık -gerçek anlamda, karşılıklı- olmamıştım. Kitaplarda bahsedilen şu büyülü öpücüklerin nasıl olduğunu merak etmiyor değildim. En kötüsü de bu zamana kadar bir erkek tarafından sevilmemiştim.
Yani tam bir umutsuz vakaydım ve sonsuza kadar kitapların içinde yaşamayı dileyerek çürüyecektim. Umarım mezarıma gelen birkaç hayali karakter olurdu. Bilemiyorum... Belki de fazla abartıyordum. On yaşımdan beri kitap okuduğum için fazla gelişen hayal dünyamın işiydi bu! Bana her zaman zorluk çıkartıyordu. Gerçekçi olmak için çabalıyordum da! Çünkü her zaman hayal dünyamın bana sunduğu sonsuz pembe ihtimallerin gerçek olmayacağının farkındaydım. Bu en azından henüz tamamen delirmediğim anlamına geliyordu.
Annem bunun iyi bir şey olduğunu söylüyordu. En azından hayatın gerçekliğinden birkaç saatliğine kaçmanın akıl sağlığımı yerinde tutacağına inanıyordu.
Gıcırdayan yatağımdan kalktım ve kitabımı kitaplığa yerleştirdim. Odamı seviyordum ama son birkaç gündür tuhaf sesler çıkartmaya başlayan yatağım buna dahil değildi. Muhtemelen uzun süredir kullanıldığı için yayları falan bozulmuştu. Neyse en azından kitaplığım hala sağlamdı. Küçüktü ama bu odaya daha büyüğü de sığmazdı. Odam kutu gibi bir şeydi. Tek kişilik beyaz başlıklı bazam, beyaz çalışma masam, ufak kitaplığım ve ondan da küçük olan beyaz dolabım zar zor sığıyordu. Bunlar yetmezmiş gibi bir de baş ucuma zorla şifonyer sokuşturmuştum. Bej rengi duvarların neredeyse her yerinde ders notlarım asılıydı.
Bir de... Dolabımın kapağındaki forma vardı. Annem hafta sonu toplamak için odama girdiğinde ona şüpheli bakışlar atmıştı. Ben de olayın ufak bir özetini geçmiştim. Ama Araf ile Elçin'in yerini değiştirerek... Annem formayı Elçin'in sanıyordu. Başım belaya girmeden formayı gerçek sahibine vermem gerekiyordu. Neredeyse bir haftadır bendeydi.
Araf, geçen günkü yemekten sonra beni evime bıraktığında antrenmana bir hafta sonra başlayacaklarını söylemişti. Takımına forma yaptırıyordu. Ayrıca hepsine ayakkabı alacağını söylemişti. Neydi adı? Kramafon? Krampfon? Öyle bir şey işte!
Elçin ile günün kritiğini yaptığımızda resmen telefonun diğer ucunda erimişti. Tamam, kabul ediyorum. Araf'ın yaptığından etkilenmeyecek biri olduğunu sanmıyordum. Takımına böyle tatlı jestler yapması... Açıkçası bu oldukça hoştu. Ben de elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışacaktım. Gerçi futbolla ilgili pek bilgim yoktu ama top falan toplayabilirdim.
Kitap okurken beni rahatsız etmemesi için çalışma masama bıraktığım telefonumu aldım ve beni yine büyük gıcırdamalarla karşılayan yatağıma uzandım. Ne coşkulu bir yatak ama!
Sosyal medyada zaman geçirmek ve ders çalışmadan önce bir saat kadar tembellik yapmak için kendime zaman tanıdım. En son girdiğim sınavların notları birkaç gün içinde açıklanacaktı ve öncesinde biraz kafamı dağıtmak için kendime böyle bir program oluşturmuştum. Önce kitap, biraz tembellik ve sabaha kadar ders...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kartalın Kalbinde
ChickLitAraf Altuğ Akıner. O kusurlardan oluşuyordu. Yüzünde, kariyerinde, verdiği kararlarda, hayata bakış açısında ve en önemlisi ruhunda var olan kusurlardan... Karşı tarafa sinir krizi geçirtebilecek derecede karamsardı. Başarılı olmak istediği halde, h...