7. Bölüm

57 10 0
                                    

Araf

Liseye yeni başlamış bir ergen gibi telefonun başında mesaj bekliyordum. Günlerdir böyleydim ve çok yakında çevremdeki herkes bana acıyarak bakmaya başlayacaktı. Dünkü çocuk Kerem'in bile diline düşmüştüm! Arada benimle dalga geçiyor, kendi yaşıtlarımla takılmam gerektiğini söyleyip duruyordu. Piç kurusu, ağzının ortasına yumruğumu yiyeceğinden haber yoktu tabii!

Savaş'ı akıllı sanırdım ama o bile Kerem'e ayak uydurmaya başlamıştı. Bir dahaki sefere götlerini toplamam için beni çağırdıklarında bana söyledikleri lafları da hatırlatacaktım. Etrafı kadınlarla çevirili olan her erkek gibi arada ipin ucunu kaçırıyorlardı. Yakışıklı ve tanınır olmak, flaşların arasında kaybolmalarına ve hayatın her zaman böyle aydınlık olacağı yanılgısına düşmelerine neden oluyordu.

Ben öyle değildim. En başında, kariyerimin en parlak döneminde dahi hiçbir zaman bu parıltılı bataklığa düşmemiştim. Ama bazen aklı başında olmak ya da hata yapmamak için her adımınızı planlamak sizi bundan korumuyordu. En çok hata yapanlar, bundan en çok kaçanlar oluyordu. Aslında benimki hata olarak mı adlandırılırdı, bilmiyordum. Belki de büyük bir şanssızlıktı. Hayatıma mal olan bir şanssızlık... Ondan sonra verdiğim kararlarda da şanssızlığın arkasına sığınarak kaçmıştım. Daha fazlasını kaldıramazdım.

Ben güçlü biri değildim. Dışarıda 'ben kötü ve güçlüyüm' havalarında gezinen züppe kas yığınlarından hiç değildim. Cüssemin ne kadar büyük olduğunun bir önemi yoktu. Korkağın tekiydim. Sevdiklerim için her şeyi yapacak ama kendim için tek bir adım dahi atamayacak kadar...

Belki de böyle olması gerekiyordu. Belki de bu dünya için yeterince iyi değildim ve ailemin parasını yiyerek hayatta kalmak dışında hiçbir vasfım yoktu. Futbolu bırakınca psikolojik olarak çökmüştüm çünkü onun dışında iyi yapabildiğim hiçbir şey yoktu. Diğerleri kadar yakışıklı değildim, sanattan anlamıyordum, sesim berbattı. Her erkeğin biraz olsun anladığı tadilat işlerinde bile başarısızdım. Bedenimdeki dövmeler, çoğu kişi tarafından bir kusur olarak algılanıyordu. Ailemin bana bıraktığı büyük miras dışında hiçbir şeyim yoktu.

Ben sadece kusurlu biriydim. Herkesin ünlü olduğu için sevdiği ve hala insanların nasıl unutmadığına anlam veremediğim beceriksiz herifin tekiydim.

Derin bir nefes aldım ve geçmişin ağlarından sıyrılmaya çalıştım. Üç yıldır hayatımın ne kadar boktan olduğunu düşünüyordum ve hiçbir faydasını görmemiştim. Ta ki Down Sendromlu takımımı çalıştırmayı kabul edene kadar. Sanki o anda hayatıma biri sihirli değneğiyle dokunmuş ve içinde yaşadığım tüm o karamsarlığı söküp almıştı.

Benim hayatımda griye yer yoktu. Her şey siyah ya da beyazdı. Dolayısıyla kötü ruh halim asla sisli olmazdı, kapkara olurdu. Çevredekileri de içine çekip yok edecek kadar. İlk defa birileri beni kendi gün ışığına çekmişti. Takımımdaki her bir insan çok özeldi. Ve beni sadece ben olduğum için seviyorlardı. Antrenman yapacağımız günleri iple çekiyor hatta içimde çocuksu bir heyecanla gidiyordum.

Henüz bana ne hissettirdiğini çözemediğim biri daha vardı. Benim aksime o, o kadar renkliydi ki kafamı karıştırıyordu. Aniden telefonuma bildirim geldiğinde kaşlarımı çattım. Sehpanın üzerinde durmasına rağmen kimden geldiğini görebiliyordum. Yine oluyordu işte! Ne zaman aklımdan geçirsem bana mesaj atıyordu. Tuhaf bir telepati gücü mü vardı yoksa ben mi uyduruyordum?

Melodi:

Attığın listeyi dinledim ve şu an taraftarlar koro halinde kafamın içinde marş söyleyip duruyor. (16:02)

Yüzüme kocaman bir sırıtış yerleşti. Beşiktaş benim bu dünyadaki en büyük aşkımdı. Hatta ölsem dahi öyle kalacaktı. En zor anlarımda tutunduğum, düştüğümde beni ayağa kaldıran şeydi. Benim için bir takım değildi. Yaşam tarzıydı, tutkuydu, uğruna canımı bile feda edebileceğim armaydı. Kendimi güvende hissettiğim tek limandı. Buna rağmen kimseyi Beşiktaşlı olması için zorlamazdım. Bunun ruhtan geldiğini ve zorlamayla olmayacağını düşünüyordum.

Kartalın KalbindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin